Gül: 'Dokunulmazlık zırhı milletvekillerine suç işleme özgürlüğü vermez'
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cengiz Gül, suçlu olan milletvekillerinin gözaltına alınması ve tutuklanmasına dair anayasal çerçevede bilgiler verdi.
Konuya ilişkin görüş ve bilgilerini paylaşan Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cengiz Gül, dokunulmazlıkların ‘sağlıklı ve devamlı bir yasama faaliyeti sürdürmek' için verildiğini belirterek; “Dokunulmazlık zırhı milletvekillerine suç işleme özgürlüğü vermez” dedi.
Gündeme dair verdiği bilgi ve paylaştığı görüşlerinde, milletvekili dokunulmazlıklarının anayasanın 83. maddesinde yer aldığını ifade eden ERÜ Öğretim Üyesi Gül, açıklamalarına şu şekilde devam etti; “Milletvekili dokunulmazlığı olarak bilinen ve 1982 Anayasası'nın 83. maddesinde aynı başlık altında düzenlenen “yasama dokunulmazlığı” müessesesi, milletvekillerine, şahsi yararlarını temin etmek ve normal vatandaşların üzerinde imtiyazlı bir pozisyon kazanmaları için verilmemiştir. Bu dokunulmazlık olgusu, yersiz ve asılsız soruşturma ve kovuşturmalara karşı, milletvekillerinin yasama görevlerini daha rahat ve huzurlu biçimde yapabilmelerini sağlamak için, her anayasal demokratik ülkede olduğu gibi Türkiye'de de tanınmıştır. Yani burada temel amaç, milletvekillerinin özel yararının gözetilmesi ve işledikleri suçların yanlarına kar kalması olmayıp, sağlıklı ve devamlı bir yasama faaliyeti sürdürmek suretiyle ulaşılmak istenen kamu yararıdır. Bu anayasal ve hukuki koruma zırhının her türlü suiistimaline karşı da, AY. m. 83/2 çerçevesinde TBMM'ne bu dokunulmazlığı kaldırma imkanı da verilmiştir. Böyle bir imkân var olmakla birlikte, 20 Mayıs 2016 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa değişikliğiyle getirilen Geçici Madde 20 çerçevesinde, Meclisteki 4 partiden, haklarında soruşturma açılan 154 milletvekili için AY. m. 83/2'deki dokunulmazlık hükmünün uygulanmayacağına karar verilmiştir. Yapılan anayasa değişikliğine göre, toplamda 810 fezlekesi bulunan bu 154 vekil için sorgulama, yargılama, gözaltı ve tutuklama yolu da böylece açılmış olmaktadır. Adalet Bakanlığı'na ulaşan ve TBMM'de bekleyenlerle birlikte "dokunulmazlıklarının kaldırılması" talebiyle, hakkında fezlekesi olan biri bağımsız, 29'u Ak Parti, 57'si CHP, 55'i HDP, 10'u MHP milletvekili olmak üzere toplam 154 milletvekili bulunurken, Bakanlık ve TBMM'de bulunan dosyaların partilere göre dağılımına bakıldığında da, HDP'nin 521, CHP'nin 211, AK Parti'nin 50 ve MHP'nin 23 fezlekesi olduğu görülmektedir. Bunu izleyen süreçte yüze yakın milletvekili savcılıkların daveti üzerine ifade vermeye gittikleri halde, HDP milletvekillerinin, yargı makamlarının bu davetine ısrarla icabet etmediklerine ve devletin kurum ve kurallarına adeta meydan okuyan söylem ve eylemler içerisine girdiklerine şahit olunmuştur. 15 Temmuzdaki darbe ve işgal harekâtı teşebbüsü ve sonrasında yaşananların da etkisiyle sıcak gündemin gerisine düşmüş gibi görünen, vekillerin ifadeye çağrılma olayı, 4 Kasım 2016 tarihinde, bazı milletvekillerinin gözaltına alınıp, bunların çoğunun da tutuklanması ile sonuçlanmıştır. Kamuoyunun yakından takip ettiği ve gecikmesinden dolayı gittikçe rahatsızlandığı bu süreci izleyen aşamada, savcılıklardaki soruşturmalar sonunda hazırlanacak iddianamelerin mahkemelerce kabulü ile yargılamalar da başlayacaktır. Bu yargılama sürecinin de çok uzatılmadan tamamlanması, adil yargılanma hakkı kapsamında ve hukuk devleti ilkesi çerçevesinde bir zaruret olarak karşımızda durmaktadır. Bu süreçte bazı milletvekilleri hakkında tutuklama tedbirine başvurulmasına yönelik ciddi itirazlar olsa da, bu tümüyle yargısal bir takdir ve tercih konusudur. Ceza hukuku sistemimizde tutuklu yargılama, istisnai bir tedbir olup, aslolan yargılamanın tutuksuz yapılmasıdır. Ancak istisnai de olsa tutuklamanın CMK. m. 100'de şartlarından bir veya birkaçının somut olayda var olduğu kanaatine ulaşıldığı takdirde, savcılığın talebi ve sulh ceza hakimliğinin kararı ile bu tedbir uygulanabilir. Şimdiye kadar bu 154 vekilden sadece 10'u hakkında tutuklama tedbirine başvurulmuştur. Bunun da en büyük gerekçesi olarak, ilgili vekillere suç olarak isnad edilen fiillerin işlendiğine dair kuvvetli bir suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması öne çıkmaktadır (5271 sayılı CMK. m. 100). Tutuklama gerekçeleri arasında yer alan kaçma ihtimalinin söz konusu olması ise, zaten bazı vekiller için uygulanan, yurt dışına çıkma yasağı ile bertaraf edilmiş, ancak tutuklananlar için ise, bu tedbirin tek başına yeterli olmayacağı kanaatine varılmıştır. Tutuklamayı gerektiren kanuni şartlardan biri olarak, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunmasıyla ilgili bir hayli malzeme sunan verilerin çoğunun kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiği de tartışmasız bir gerçektir. Tutuklanan milletvekillerinin mensubu oldukları siyasal partinin, bölücü terör örgütü PKK ile arasına fikren ve fiilen mesafe koymaması bir yana, söylem ve eylemleriyle sıkı bir irtibat ve iltisak (kaynaşma) görüntüsü vermekten kaçınmadıklarına ise sıkça şahit olunmuştur. Böylesine kamuoyu önünde sıklıkla tekrarlanan ve medyaya da yansıyan bu türden söylem ve eylem biçimlerinin, ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile uzaktan yakından bir ilgisi ise asla kurulamaz.”
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN DE SINIRLARI VARDIR”
Verdiği bilgilerde ifade özgürlüğünün de sınırları bulunduğunu ifade eden Gül, sürdürdüğü cümlelerde şunları kaydetti; “İfade, yani düşünceyi açıklama özgürlüğü, öncelikle sınırsız bir özgürlük olmayıp, kimseye suç işleme serbestiyeti de vermez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi' nin (AİHM) bu konudaki içtihadı ise gayet açık ve nettir. AİHM, yazılı, çizili veya sözlü herhangi bir ifade biçiminin çevreyi ve muhataplarını, olsa olsa şok edici, rahatsız edici, kızdırıcı, tiksindirici olabileceğini, ancak bir ifadenin asla ve asla cebir (zor kullanma) ve şiddeti teşvik, telkin, tahrik ve tavsiye edici olan, ayrıca şiddet kullanımını öven ve savunan ve de şiddet çağrısı yapan bir nitelikte olamayacağını pek çok kararında önemle vurgulamıştır. (Mesela bkz, Leroy v. Fransa Kararı, 02.10.2008, No: 36109/03; Pavel Ivanov v. Rusya Kararı, 20.02.2007, No: 35222/04; Gündüz v. Türkiye Kararı, 04.12.2003, No: 35071/97). AİHM ayrıca cebir, şiddet ve terörü bir yöntem olarak kullanmayı deklare eden ve cebir, şiddet ve terörü sevimli, sempatik göstermeye çalışan ve bu yöntemleri kullanan şiddet faili ve teröristleri yine sempatik, şirin, masum ve mağdur olarak yansıtmaya, terör ve teröristi mazur göstermeye gayret eden ve halkı silahlı direniş ve isyana tahrik eden düşünce açıklamalarının da, her ne surette olursa olsun ifade özgürlüğü kapsamına girmediğine çoğu kararında açıkça atıf yapmıştır. (Mesela bkz. Faruk Temel v. Türkiye Kararı, 01.02.2011, No: 16853/05; Sürek v. Türkiye Kararı, 08.07.1999, No: 26682/95). AİHM, Sürek v. Türkiye Kararı'nda, davaya konu olan mektuptaki ifadelerin “kanlı bir intikam çağrısı”na vardığını ve kişileri “fiziki şiddet riski”ne maruz bıraktığından hareketle, bu içerikteki düşünce açıklamalarının da ifade özgürlüğünden faydalanamayacağına karar vermiştir. Bu söylem ve ifade biçimlerinin medya vasıtalarıyla yapılması durumunda ise medya ve basın özgürlüğünden hukuken bahsedilemeyeceği gayet açıktır. Hatta ceza hukuku sistemimizde bu tip durumlar, cezada ağırlaştırıcı sebepler olarak TCK'nun pek çok maddesinde hükme bağlanmıştır.”
YARGILAMA SÜRECİ VE SONRASINDA MİLLETVEKİLLİĞİ
Paylaştığı bilgilerde her mahkumiyet türünün milletvekilliğini düşürmeyeceğini, ancak ‘terör eylemlerini tahrik ve teşvik' suçu ile mahkumiyetin milletvekilliğini düşüreceğini bildiren Gül konuşmalarının son kısmında şu şekilde konuştu; “AİHM karar örneklerinde de açıkça vurgulanan, yukarıda saydığımız türden ifade biçimlerinden pek çoğuna denk düşen söylem ve eylemleriyle düşünce ve niyetlerini açığa vuran ilgili milletvekilleri, dokunulmazlıklarının da kaldırılması sonrasında, bu söylem ve eylemleri sebebiyle, AY. m. 83/2 çerçevesinde “tutulabilir, sorguya çekilebilir, tutuklanabilir ve yargılanabilir” duruma gelmiştir. Bu aşamada milletvekillerinin, tutuklu veya tutuksuz yargılanacak olması, milletvekili sıfatlarını re'sen (kendiliğinden) ortadan kaldırmamaktadır. Yargılama sonucundaki her mahkumiyet kararının da milletvekilliğini düşürmediği açıktır. Ancak alınabilecek bir mahkumiyetin milletvekilliğini düşürebilmesi için ise, AY. m. 76/2'de sayılan ‘milletvekili seçilmeye engel suçlar'dan birisi ile mahkum olunması şartı aranmaktadır. AY. m. 76/2'de yer alan bu suç tiplerinden birisi de, “terör eylemlerini tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş” olmaktır. Somut incelememizde, ilgili milletvekillerinin söylem ve eylemleri, mahkemece terör eylemlerini tahrik ve teşvik kapsamında değerlendirildiği takdirde, milletvekilliğinin düşmesi de, AY m. 84/2'ye göre bu yöndeki kesin mahkeme kararının TBMM Genel Kurul'una bildirilmesi ile gerçekleşir.” ÖZEL HABER: KAAN AKBAŞ