Kalın: 'Bu sistemin temelinde millete güven var'
Cumhurbaşkanlığı basın sözcüsü İbrahim Kalın, tasarlanan sistemin temelinde millete güven olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın, açıklamalarında şunlara yer verdi: "Cumhurbaşkanın cumhurbaşkanlığı kararname çıkarma yetkisi var; ama daha önce de ifade edildiği gibi, bu 18 maddede de açıkça yazıldığı gibi bunlar Meclisin, yani yasamanın çıkartacağı kanunlarla çelişemez, öyle bir durum söz konusu olduğunda Meclisin çıkarttığı kanunlar esastır, Meclisin kanun çıkarttığı konularda cumhurbaşkanlığı zaten kararname çıkartmaz, sadece yürütmeyle ilgili konularda ihtiyaca binaen kararname çıkartır ki bu zaten aslında şu andaki mevcut Başbakanlık sistemi içerisinde de Başbakanlığın uhdesinde olan bir yetkidir.
Bu fesih meselesi de bildiğiniz gibi yine çok sıkça gündeme getiriliyor, ‘Cumhurbaşkanı kafasına estiği zaman keyfi olarak Meclisi feshedebilir.' deniyor. Böyle bir şey söz konusu değil, tam tersine burada bir Meclisi feshetme durumu söz konusu olduğunda cumhurbaşkanı da seçime gitmek zorunda. Yani iki durumda da, Meclis kaynaklı ya da cumhurbaşkanlığı kaynaklı ciddi bir derin ihtilaf ve kriz söz konusu olduğunda, bunu çözmek için sistem yine millete gitmeyi öngörüyor. Yani aslında bu sistemin temelinde millete güven var, gensoru, güvenoyu mekanizmaların hepsi de bizzat millete giderek devreye sokulmuş oluyor burada.
“YÖNETİMDE ÇİFT BAŞLILIK VE VESAYETİN ÖNÜ KESİLECEK”
Ve baktığınız zaman, bütçe meselesinden kararname meselesine, seçimlerden feshe kadar bütün başlıklarda aslında bu sistem Meclis ile cumhurbaşkanına, yani yasama ve yürütmeye ‘uzlaşın' mesajını veriyor. ‘Uzlaşamadığınız zaman bana milletin gelin, millet bununla ilgili kararı verecektir' diyor. Bu başlıklar aslında son derece net. Ve bu sistem uygulandığı zaman yönetimde çift başlılık, koalisyon ihtilafı veya başka tür vesayet girişimlerinin ya da arayışlarının önünün kesildiği bir sisteme hayata geçirme imkânımız olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanımız önümüzdeki günlerde de bu konuyla ilgili çalışmalarını yürütecek, vatandaşlarımızla buluşmaya, illeri ziyaret etmeye devam edecek. Gençlerle ve diğer toplum kesimleriyle buluşmalar gerçekleştirecek, televizyon programlarıyla bu konuyu etraflı bir şekilde kamuoyuyla paylaşmaya devam edecekler.
“AVRUPA'NIN GİDİŞATI KONUSUNDA ENDİŞELİYİZ”
Yine gündemimizdeki önemli bir başlık arkadaşlar, özellikle son bir hafta içerisinde gördüğümüz yine bu kampanya çerçevesinde, 16 Nisan halk oylaması çerçevesinde Avrupa'daki bazı ülkelerin bakanlarımızın, siyasilerin orada vatandaşlarımızla buluşmalarını önlemeye yönelik aldığı birtakım tedbirleri, hareketleri görüyoruz. Burada hakikaten çok düşündürücü, ibretamiz bir tabloyla karşı karşıyayız. Avrupa'da bazı ülkeler, bazı siyasiler, bazı çevreler, basın kuruluşları adeta Türkiye'de referandumdan ‘evet' çıkmasın diye hummalı bir çalışmanın içerisine girmiş görünüyorlar. Bizim onlara mesajımız çok net: ‘Boşuna uğraşmayın, bunun kararını millet verecek, bunun kararını siz değil bu millet verecek.' Dolayısıyla bu tür engellemelerle ne bizim Avrupa'daki 5 milyona yakın vatandaşımızla olan gönül bağımızı kopartabilirsiniz, ne de vatandaşlarımızın bu en temel demokratik hakkını ellerinden almak suretiyle onları bu demokratik haklarını kullanmaktan mahrum edeceğini zannedebilirsiniz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın da dün televizyon programında da ifade ettiği gibi, aslında vatandaşlarımızın en güzel cevabı, sandığa giderek oyunu kullanarak daha motive, daha heyecanlı bir şekilde bu süreci yaşayarak, demokratik hakkını kullanarak en güzel cevabı vereceğinden en ufak bir şüphemiz ve tereddüdümüz yoktur. Fakat burada Avrupa'nın genel gidişatıyla ilgili büyük bir endişe içerisinde olduğumuzu da ifade etmeliyiz. Normal şartlarda amasız, fakatsız, bila kaydü şart ret edilmesi, kınanması gereken ırkçı, sağcı, göçmen karşıtı, İslam karşıtı kesimlerin ana akım Avrupa siyasetini artık derinden belirlemeye başladığını görüyoruz. Bu, Avrupa'nın geleceği açısından endişe verici bir tablodur. Bu, Avrupa'nın temel değerleri açısından endişe verici bir tablodur. Bu, Avrupa'nın demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, katılımcılık konusundaki iddialarının altını oyan bir tablodur.
“ÖNCELİKLE TÜRKİYE KARŞITI ÖRGÜTLERİN FAALİYETLERİNİ DURDURUN”
Burada bazı siyasilerin, gene Avrupalıların Türkiye'deki iç siyasi tartışmaları bizim ülkelerimize taşımayın şeklinde bazı açıklamalarının olduğunu görüyoruz. Bunun da çok düşündürücü bir cümle olduğunu ifade etmem gerekiyor. Zira Türkiye karşıtı birçok örgüte, faaliyete kucak açan, destek veren, bunları allayıp pullayan ülkelerin, şimdi bir referandum münasebetiyle ‘Türkiye'deki siyasi tartışmaları bize taşımayın' şeklinde açıklamalar yapmaları oldukça düşündürücü. Aslında bu olup biteni çok açık, net bir şekilde ortaya koyuyor. Eğer ‘Türkiye'deki tartışmaları ya da siyasi farklılıkları bizim ülkemize taşımayın' gibi bir iddianız varsa, böyle bir talebiniz varsa, öncelikle siz kendi ülkelerinizde Türkiye karşıtı bu örgütleri, bu faaliyetlerini durdurursunuz.
Onlarca yıldır söylediğimiz gibi, Avrupa ülkeleri, Avrupa Birliği eğer gerçekten terörle mücadele konusunda samimiyse, tutarlıysa, gene bila kaydü şart, kayıtsız şartsız bir şekilde Türkiye'nin yanında durur ve Avrupa'daki PKK gibi, FETÖ gibi, DHKP-C gibi terör örgütlerinin, Avrupa devletlerin de kabul ettiği terör örgütlerinin faaliyetlerine izin vermezler. Ama tablonun böyle olmadığını görüyoruz.
“BAKANLARIN VE SİYASİLERİN ENGELLENMESİ OLDUKÇA DÜŞÜNDÜRÜCÜ”
Türkiye karşıtlığı bir enstrüman olarak kullanabilecekleri bütün unsurları devreye soktuklarını, bunları desteklediklerini, bunların önlerini açtıklarını ve buna demokratik ifade özgürlüğü hakkı vesaire gibi başlıklar verdiklerini görüyoruz.
Ama buna mukabil, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da gördük, oradaki vatandaşlarımız darbe karşıtı, demokrasi yanlısı gösteriler, toplantılar yapmaya kalktıklarında ne tür engellerle karşılaştıklarını da gördük. Cumhurbaşkanımızın bir video konferans yoluyla Almanya'daki bir programa katılmasının dahi derhâl, çok hızlı bir süreçle mahkeme kararıyla, hatta Anayasa Mahkemesine çıkartılmak suretiyle engellendiğini de bizzat gördük. Hâlbuki aynı ülkede bölücü terör örgütünün liderlerinin, sözcülerinin, yine video konferans yoluyla Türkiye'ye savaş açtıkları merkezlerden, membalardan, Kandil gibi yerlerden bu toplantılara katıldıklarını ve ‘Türkiye karşıtı terörizme devam edeceğiz' mesajlarını açıkça verdiklerini de defalarca gördük. Bunları engellemeyen makamların, şimdi bu ülkenin seçilmiş bakanlarını ve siyasilerini en temel demokratik haklarını kullanmak için engellemeye çalışmaları oldukça düşündürücüdür.
“KUDÜS'TE GETİRİLMEK İSTENEN EZAN YASAĞI, BÜTÜN İSLAM ÂLEMİNİ DOĞRUDAN İLGİLENDİREN BİR KONU”
Bu çerçevede, son olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın önceki gün bir kabulü daha oldu, Ürdün Başbakanı ve Savunma Bakanını kabul ettiler. Orada Sayın Ürdün Başbakanının ülkemize yaptığı ziyaret çerçevesinde Türkiye-Ürdün ilişkileri ve genel manada da Arap dünyası ve Körfez'deki süreçler değerlendirildi. Burada özellikle bir konu etraflı bir şekilde ele alındı, onu sizinle paylaşmak istiyorum. O da, özellikle Filistin topraklarında ve Kudüs civarında gece 11'den sonra hoparlörle ezan okunmasını yasaklamayı hedefleyen bir yasa tasarısı var. Bildiğiniz gibi İsrail Meclisinde ve dün de bu Knesset'ten, Birinci Komisyondan geçti. Bunun öncelikle çok endişe verici bir gelişme olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bu, her şeyden önce dini ibadet özgürlüğünün bir ihlalidir. Yüzlerce yıldır Harem-i Şerif'te, Kudüs'te Ezan-ı Muhammedi özgürce okunmaktadır, bunu hoparlör vesaire, saat 23.00, sabah 7.00 arası sınırlama getirelim gibi bahanelerle engellenmeye çalışılması, her şeyden önce bütün dünya Müslümanlarını derinden üzer, yaralar ve Müslümanların tepkisi buna çok açık ve net olur; biz de bunu şimdi kayda geçiriyoruz." HABER-FOTO: CUMHURBAŞKANLIĞI BASIN MERKEZİ