Sağlam: '28 Şubat insan hakları günü ilan edilmeli'
Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şube Başkanı Vedat Sağlam, 28 Şubat darbesinin yıldönümünde, sürecin insan haklarına ve inanan insanlara verdiği zararı yeniden hatırlattı. Sağlam, '28 Şubat, Türkiye'de insan hakları günü veya milli afet günü ilan edilmeli' dedi. İşte Vedat Sağlam ile 28 Şubat'ın yıldönümünde yaptığımız röportaj.
28 ŞUBAT DENİNCE ZİHNİNİZDE NELER CANLANIYOR?
28 Şubat'ın üzerinden on sekiz yıl geçti. Dile kolay, tam on sekiz yıl. O gün doğan bir çocuk bugün tam on sekiz yaşında. Hani derler ya, zaman pek çok şeyin ilacıdır diye. Doğru olabilir. Lakin dil kolayca söylese de, yürek ne diyor, asıl ona bakmak gerek. 28 Şubat'ı yaşayanların ne gönüllerinden, ne de aklından bir türlü çıkmıyor zulüm yılları. Nasıl unutulabilir ki? Nasıl görmezden gelinebilir ki? Aslında 28 Şubat'ı, 'Milli Afet Günü' ilan etmek daha doğru olsa gerek. Ya da, 'İnsan Hakları Günü' İnanın ki afetten daha beter oldu. Afet, maddi varlıkları alır götürür. Kimi zaman da cansız bedenler sular içinde sürüklenir gider. Maddiyat yeniden kazanılır, para bir kez daha temin edilir. Ya da beden bu dünyadan çekilir. Lakin 28 Şubat gönülleri yıktı, ruhları tarumar etti, bilinçleri yok etti. Geride acıyla hatırlanan onlarca acı bıraktı. Onun tamiri daha zor işte.Bir ülke iktidarı düşünün ki, halını iki kısma ayırıyor ve kimine iyi muamele yaparken, diğerini dışlıyor, öteliyor, zulmediyor.
Unutamıyoruz yaşadıklarımızı. Unutamıyoruz çektiğimiz çileleri, ötelenmişliği, dışlanmışlığı, zorbalığı. Her 28 Şubatlarda zulmedenlerin silueti karşımıza dikiliyor ve tüylerimiz diken gibi olup, bedenlerimize batıyor.
Gençlerle konuştuğumuzda, onlara 28 Şubat'tan bahsettiğimizde yüzümüze bön bön bakıyor ve 'ne olmuştu ki?' diye soruyorlar. İşte o an canımız daha çok yanıyor, ruhumuz daha çok acı çekiyor, tarumar oluyor. Kaç defa gözlerimin buğulandığını, kaç defa ağlayacak hale geldiğimi ve kaç defa yüreğimin burkulduğunu bilirim ben. Ağlamamak için kendimi sıktığımı, kötü örnek olmamak için dişlerimin kilitlendiğini, isyan kokan nefsimi şükre çevirmek için nasıl mücadele verdiğimi bir ben, bir de Allah bilir. Dile kolay, tam on sekiz yıl geçmiş aradan. Lakin acısı hala yüzlerimizi buruşturuyor, silueti ruhlarımızı geriyor.
Unutulacak mıydı? Üzerinden geçen yıllar bir sel misali her şeyi silip alacak mıydı? Hafızalarımız, yüreklerimiz, hissettiklerimiz ne olacak peki?Yalan beyanlarla suç isnat edilerek yargılandığım mahkemede, bayan hakimin daha beni dinlemeden hüküm vermesini nasıl unuturum? Terörist başı Abdullah Öcalan'a bile iyi hal uygulanıp, idam cezası müebbet hapse çevrilirken, terörist başından daha kötüymüşüm gibi bana iyi hal uygulanmamasını, nefretle yüzüme bakılmasını, nasıl unuturum? Çalışma arkadaşlarımın, komşularımın, dostlarımın, hatta annemin gözüne bile suçlu gösterilişimin duygusunu nasıl unuturum? Üniversite son sınıftan atılan kızlarımızın gözyaşlarını, annelerin feryatlarını, babaların haksızlığa isyan kokan nefes alış verişlerini, nasıl unuturum? Heyhat! Acılar, tespih tanesi gibi boğazlarımıza bir bir dizilip, nefes alış verişimizi keserken, nasıl unuturum 28 Şubat'ı.
PEKİ VEDAT BEY, NELER YAŞADINIZ O YILLARDA KISACA ÖZETLER MİSİNİZ?
Neler yaşamadık ki? Bir canlının hayatı boyunca tadacağı pek çok acıyı, sıkıntıyı, dışlanmışlığı, üç beş yılda topyekün yaşattılar bize. Biz o gün gördük hukukun nasıl şaştığını. Elinde adalet terazisi tutan kızın ağladığına şahit oldum. Hukukun üstünlüğünü değil, üstünlüğün hukukunun ne olduğunu, o yıllarda yaşadık biz. Bir örnek vereyim size. Bir öğretmenin en değerli varlığı nedir, öğrencisidir, değil mi? Düşünebiliyor musunuz, canım öğrencimi kandırarak, aleyhime şikayetçi yaptılar. Bu nasıl bir mantıktır, nasıl bir aşağılanmışlıktır ki, öğrenciyi öğretmenin aleyhine kullandırırlar? Yıllar sonra o öğrencim beni buldu ve ağlayarak helallik diledi şahsımdan. Öğrencime suç isnat ettirilerek üç yıl ceza almıştım. Dosyam Yargıtay'da idi.'Samsun'un Bafra ilçesinde bir avukat var.' dediler. Oldukça da namlıymış. Yargıtay hakimleri ile de arası iyi imiş. 'Biraz paranı alır ama seni kurtarır.' dediler.İşlemediğim bir suçla suçlanmış, köşeye sıkışmıştım. Uçan kuştan medet umar hale getirilmiştim. Psikolojim bozuktu. Nerde bir ümit, oraya koşuyor, kurtuluş için çareler arıyordum. 'Peki' dedim. Eşin dostun zorlamasıyla gittik Bafra'ya, bulduk avukatı. Bana, 'hocam, dosyanı incelemeden önce iki soru soracağım sana. Eğer sorularıma doğru cevap verirsen, davanı alırım' dedi. Ben meraklı gözlerle bakarken, 'buyurun' dedim ve ekledi hemen avukat, 'Liseyi hangi okulda bitirdin?' 'Meslek lisesi' cevabım gözlerinin faltaşı gibi açılmasına neden olmuştu. Bakışları hiç hoş değildi. Bu sefer o gözleri görünce ben meraklandım, çekindim. Hatta korktum. Lakin sormama fırsat vermeden, 'İmam Hatip mi yoksa?' sorusunu sordu yeniden. 'Hayır. Endüstri Meslek Lisesi' cevabım onu rahatlatmış olacak ki, derin bir soluk alarak arkasına yaslandı. Rahatlamış yüz haliyle gözlerini gözlerime dikerek, 'Birinci soruyu atlattın, İkinci soru hocam; ne öğretmenisin?' dedi bu kez. Sanki yalan söyleyeceğimi düşünerek bakıyor gibiydi. 'Meslek dersleri öğretmeniyim.' cevabım onu ikinci kez sarstı. Bakışlarını daha da derinleştirerek, 'İmam Hatip mi yoksa?' sorusu istemeden çıktı ağzından. Sorudan ziyade bir feryattı adeta. Ben hala neyi öğrenmek istediğini anlamadan bakarken, 'Teknik öğretmenim' cevabımla ikinci kez derin soluk alarak, 'Tamam bu iş hocam, dosyanı aldım. Kurtuldun bu işten.' Yanıtını patlattı arkasından da. Lakin bu sefer ben meraklanmıştım. İsnat edilen suçla okuduğum okulun ne ilgisi olabilirdi ki? Sordum tabi avukata. Verdiği cevap oldukça ilginçti. 'Bak hocam, sen hala ülkede neler döndüğünü anlamıyorsun herhalde. Bu davalarda Yargıtay'da dosya üzerinden karar verilir ve suça değil, o kişinin okuduğu okuluna, üye olduğu sivil toplum örgütüne, arkadaşlarına, yaşam şekline bakılır, öyle karar verilir. Sen dua et ki imam hatipli değilsin. Yoksa mümkün değil kurtaramazdık seni.'İşte o an kafamdan aşağı bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissetmiştim. Nasıl bir ülkede yaşadığımı, ülkede nelerin döndüğünü, insanların yaşam şekillerine göre yargılandığını görmüş, korkum bir derece daha artmıştı. Ancak kimseye bu yaşadığım duygusallıkları belli edemezdim. Benim korkularımın başkalarının yüreklerine sıçramasına neden olamazdım. Statükoyla, derin yapıyla, hukuksuzlukla mücadeleye devam etmeliydim.
28 ŞUBAT DAVALARI HALA DEVAM EDİYOR, SİZCE ÇOK UZAMADI MI, NEDEN BU KADAR GECİKTİ?
Haklısınız. Size bir şey söyleyeyim mi, darbeciler hukukçulardan daha hızlıydı. Bir anda yıkım projelerini devreye koydular ve ülkeyi üç yıl içinde yıkıp geçtiler. Ne olup bittiğini anlayamadan ülke harap olmuştu. O kadar hızlıydılar yani. Kaç yıl oldu 28 Şubat davaları açılalı, hala sonuç alınamadı, devam ediyor. Ümitlerimiz tükenmek üzere. Biliyorum, birileri bu davalara takoz koyuyor, ama kim? Neden? Bunu bilmek lazım. Paralelciler diyorlardı, lakin şimdilerde paralel kadrolar çok fazla varlık gösteremiyorlar çok şükür. Acaba başka paraleller de mi var? Bunu bilmiyoruz. Lakin adalete olan güvenimiz sarsılıyor. Bu çok daha önemli diye düşünüyorum. Çünkü adalete olan güven bir defa sarsıldı mı, bir daha yeniden temin etmek çok zor. İşte ben hala o güvensizliği yaşıyorum.
SİZCE BU ÜLKEDE YENİDEN DARBE OLUR MU? YENİDEN 28 ŞUBATLAR YAŞANIR MI?
Kanaatimce bu ülkede darbeler hiç eksik olmaz. Olmamıştır da. Hatırlıyorum, bu soruyu rahmetli Özal'a da sormuşlardı ve o, 'artık ülkede darbe tahdidi bitmiştir, bir daha Türkiye'de böyle bir tehdit yaşanmaz' demişti. Lakin arkadan 28 Şubat geldi. Balyoz, Ayışığı, Ergenekon, Sarıkız gibi darbe girişimleri de unutulmamalı tabi. Sonra, AK Parti'yi kapatma teşebbüsü de unutulmamalı. Bakıyorsunuz, darbe tarihi nerdeyse Türkiye Cumhuriyeti tarihinden daha eski. Biliyorsunuz, biz Türkleri dışarıdan yıkmak mümkün değil. Dış tehdit karşısında biz hemen bir araya gelir, ortak yürek olur ve saldırıya, 'hayır!' deriz. Bizim zayıf yanımız içimizdir. O nedenle dış güçler her daim içerden işbirlikçi bulur bizde. Nedense darbe heveslisi bizde bolca vardır. Biraz güçlenen, palazlanan, lakin halk tabanında karşılığı olmayan güruhlar darbeyle ülke yönetimine el koymayı hayal ederler çoğunlukla. Bugün adına 'hizmet' denilen grup, buna örnek gösterilebilir. Hatta pek çok cemaat için de bu söylemim doğrudur. Yabancı istihbarat örgütleri tarafından içine sızmalar yapılarak orijinal yapısından saptırılıyor cemaatler. Darbeleri önlemenin iki yolu vardır. Birincisi; halkın kendi hakları konusunda bilinçlendirilmesi, vatandaşlarımızda kendi hukukuna sahip çıkacak bir şuur oluşturulmasıdır. Bu çok önemlidir. Kalıcı tedbir budur. Bunun için gerekirse okullara dersler bile konulmalı, daha küçük yaşlarda çocuklarımız darbe tehlikesine karşı uyarılmalıdır.
İkincisi ise, darbeye tevessül edenlerin en ağır cezayla cezalandırılmasıdır. Böylece bu yol tamamen kapatılmalıdır. Yoksa güzel ülkemiz gücünü dışarıya karşı değil, kendi içinde harcamak zorunda kalmaktadır. Eforun boşa harcanması doğru değildir.Bu arada, Milli Eğitim Bakanlığımızı da 28 Şubat yaralarının kapanmasında sağlamış olduğu katkıdan dolayı kutluyorum. Biliyorsunuz, öğretmenliğe başlama yaş sınırını kaldırdı bakanlık. Dolayısıyla 28 Şubat'ta okulundan atılan mağdurlarının öğretmenlik yapmalarının önü açılmış oldu. Bu güzel bir uygulama olup, takdire şayandır. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ
28 Şubat'ın üzerinden on sekiz yıl geçti. Dile kolay, tam on sekiz yıl. O gün doğan bir çocuk bugün tam on sekiz yaşında. Hani derler ya, zaman pek çok şeyin ilacıdır diye. Doğru olabilir. Lakin dil kolayca söylese de, yürek ne diyor, asıl ona bakmak gerek. 28 Şubat'ı yaşayanların ne gönüllerinden, ne de aklından bir türlü çıkmıyor zulüm yılları. Nasıl unutulabilir ki? Nasıl görmezden gelinebilir ki? Aslında 28 Şubat'ı, 'Milli Afet Günü' ilan etmek daha doğru olsa gerek. Ya da, 'İnsan Hakları Günü' İnanın ki afetten daha beter oldu. Afet, maddi varlıkları alır götürür. Kimi zaman da cansız bedenler sular içinde sürüklenir gider. Maddiyat yeniden kazanılır, para bir kez daha temin edilir. Ya da beden bu dünyadan çekilir. Lakin 28 Şubat gönülleri yıktı, ruhları tarumar etti, bilinçleri yok etti. Geride acıyla hatırlanan onlarca acı bıraktı. Onun tamiri daha zor işte.Bir ülke iktidarı düşünün ki, halını iki kısma ayırıyor ve kimine iyi muamele yaparken, diğerini dışlıyor, öteliyor, zulmediyor.
Unutamıyoruz yaşadıklarımızı. Unutamıyoruz çektiğimiz çileleri, ötelenmişliği, dışlanmışlığı, zorbalığı. Her 28 Şubatlarda zulmedenlerin silueti karşımıza dikiliyor ve tüylerimiz diken gibi olup, bedenlerimize batıyor.
Gençlerle konuştuğumuzda, onlara 28 Şubat'tan bahsettiğimizde yüzümüze bön bön bakıyor ve 'ne olmuştu ki?' diye soruyorlar. İşte o an canımız daha çok yanıyor, ruhumuz daha çok acı çekiyor, tarumar oluyor. Kaç defa gözlerimin buğulandığını, kaç defa ağlayacak hale geldiğimi ve kaç defa yüreğimin burkulduğunu bilirim ben. Ağlamamak için kendimi sıktığımı, kötü örnek olmamak için dişlerimin kilitlendiğini, isyan kokan nefsimi şükre çevirmek için nasıl mücadele verdiğimi bir ben, bir de Allah bilir. Dile kolay, tam on sekiz yıl geçmiş aradan. Lakin acısı hala yüzlerimizi buruşturuyor, silueti ruhlarımızı geriyor.
Unutulacak mıydı? Üzerinden geçen yıllar bir sel misali her şeyi silip alacak mıydı? Hafızalarımız, yüreklerimiz, hissettiklerimiz ne olacak peki?Yalan beyanlarla suç isnat edilerek yargılandığım mahkemede, bayan hakimin daha beni dinlemeden hüküm vermesini nasıl unuturum? Terörist başı Abdullah Öcalan'a bile iyi hal uygulanıp, idam cezası müebbet hapse çevrilirken, terörist başından daha kötüymüşüm gibi bana iyi hal uygulanmamasını, nefretle yüzüme bakılmasını, nasıl unuturum? Çalışma arkadaşlarımın, komşularımın, dostlarımın, hatta annemin gözüne bile suçlu gösterilişimin duygusunu nasıl unuturum? Üniversite son sınıftan atılan kızlarımızın gözyaşlarını, annelerin feryatlarını, babaların haksızlığa isyan kokan nefes alış verişlerini, nasıl unuturum? Heyhat! Acılar, tespih tanesi gibi boğazlarımıza bir bir dizilip, nefes alış verişimizi keserken, nasıl unuturum 28 Şubat'ı.
PEKİ VEDAT BEY, NELER YAŞADINIZ O YILLARDA KISACA ÖZETLER MİSİNİZ?
Neler yaşamadık ki? Bir canlının hayatı boyunca tadacağı pek çok acıyı, sıkıntıyı, dışlanmışlığı, üç beş yılda topyekün yaşattılar bize. Biz o gün gördük hukukun nasıl şaştığını. Elinde adalet terazisi tutan kızın ağladığına şahit oldum. Hukukun üstünlüğünü değil, üstünlüğün hukukunun ne olduğunu, o yıllarda yaşadık biz. Bir örnek vereyim size. Bir öğretmenin en değerli varlığı nedir, öğrencisidir, değil mi? Düşünebiliyor musunuz, canım öğrencimi kandırarak, aleyhime şikayetçi yaptılar. Bu nasıl bir mantıktır, nasıl bir aşağılanmışlıktır ki, öğrenciyi öğretmenin aleyhine kullandırırlar? Yıllar sonra o öğrencim beni buldu ve ağlayarak helallik diledi şahsımdan. Öğrencime suç isnat ettirilerek üç yıl ceza almıştım. Dosyam Yargıtay'da idi.'Samsun'un Bafra ilçesinde bir avukat var.' dediler. Oldukça da namlıymış. Yargıtay hakimleri ile de arası iyi imiş. 'Biraz paranı alır ama seni kurtarır.' dediler.İşlemediğim bir suçla suçlanmış, köşeye sıkışmıştım. Uçan kuştan medet umar hale getirilmiştim. Psikolojim bozuktu. Nerde bir ümit, oraya koşuyor, kurtuluş için çareler arıyordum. 'Peki' dedim. Eşin dostun zorlamasıyla gittik Bafra'ya, bulduk avukatı. Bana, 'hocam, dosyanı incelemeden önce iki soru soracağım sana. Eğer sorularıma doğru cevap verirsen, davanı alırım' dedi. Ben meraklı gözlerle bakarken, 'buyurun' dedim ve ekledi hemen avukat, 'Liseyi hangi okulda bitirdin?' 'Meslek lisesi' cevabım gözlerinin faltaşı gibi açılmasına neden olmuştu. Bakışları hiç hoş değildi. Bu sefer o gözleri görünce ben meraklandım, çekindim. Hatta korktum. Lakin sormama fırsat vermeden, 'İmam Hatip mi yoksa?' sorusunu sordu yeniden. 'Hayır. Endüstri Meslek Lisesi' cevabım onu rahatlatmış olacak ki, derin bir soluk alarak arkasına yaslandı. Rahatlamış yüz haliyle gözlerini gözlerime dikerek, 'Birinci soruyu atlattın, İkinci soru hocam; ne öğretmenisin?' dedi bu kez. Sanki yalan söyleyeceğimi düşünerek bakıyor gibiydi. 'Meslek dersleri öğretmeniyim.' cevabım onu ikinci kez sarstı. Bakışlarını daha da derinleştirerek, 'İmam Hatip mi yoksa?' sorusu istemeden çıktı ağzından. Sorudan ziyade bir feryattı adeta. Ben hala neyi öğrenmek istediğini anlamadan bakarken, 'Teknik öğretmenim' cevabımla ikinci kez derin soluk alarak, 'Tamam bu iş hocam, dosyanı aldım. Kurtuldun bu işten.' Yanıtını patlattı arkasından da. Lakin bu sefer ben meraklanmıştım. İsnat edilen suçla okuduğum okulun ne ilgisi olabilirdi ki? Sordum tabi avukata. Verdiği cevap oldukça ilginçti. 'Bak hocam, sen hala ülkede neler döndüğünü anlamıyorsun herhalde. Bu davalarda Yargıtay'da dosya üzerinden karar verilir ve suça değil, o kişinin okuduğu okuluna, üye olduğu sivil toplum örgütüne, arkadaşlarına, yaşam şekline bakılır, öyle karar verilir. Sen dua et ki imam hatipli değilsin. Yoksa mümkün değil kurtaramazdık seni.'İşte o an kafamdan aşağı bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissetmiştim. Nasıl bir ülkede yaşadığımı, ülkede nelerin döndüğünü, insanların yaşam şekillerine göre yargılandığını görmüş, korkum bir derece daha artmıştı. Ancak kimseye bu yaşadığım duygusallıkları belli edemezdim. Benim korkularımın başkalarının yüreklerine sıçramasına neden olamazdım. Statükoyla, derin yapıyla, hukuksuzlukla mücadeleye devam etmeliydim.
28 ŞUBAT DAVALARI HALA DEVAM EDİYOR, SİZCE ÇOK UZAMADI MI, NEDEN BU KADAR GECİKTİ?
Haklısınız. Size bir şey söyleyeyim mi, darbeciler hukukçulardan daha hızlıydı. Bir anda yıkım projelerini devreye koydular ve ülkeyi üç yıl içinde yıkıp geçtiler. Ne olup bittiğini anlayamadan ülke harap olmuştu. O kadar hızlıydılar yani. Kaç yıl oldu 28 Şubat davaları açılalı, hala sonuç alınamadı, devam ediyor. Ümitlerimiz tükenmek üzere. Biliyorum, birileri bu davalara takoz koyuyor, ama kim? Neden? Bunu bilmek lazım. Paralelciler diyorlardı, lakin şimdilerde paralel kadrolar çok fazla varlık gösteremiyorlar çok şükür. Acaba başka paraleller de mi var? Bunu bilmiyoruz. Lakin adalete olan güvenimiz sarsılıyor. Bu çok daha önemli diye düşünüyorum. Çünkü adalete olan güven bir defa sarsıldı mı, bir daha yeniden temin etmek çok zor. İşte ben hala o güvensizliği yaşıyorum.
SİZCE BU ÜLKEDE YENİDEN DARBE OLUR MU? YENİDEN 28 ŞUBATLAR YAŞANIR MI?
Kanaatimce bu ülkede darbeler hiç eksik olmaz. Olmamıştır da. Hatırlıyorum, bu soruyu rahmetli Özal'a da sormuşlardı ve o, 'artık ülkede darbe tahdidi bitmiştir, bir daha Türkiye'de böyle bir tehdit yaşanmaz' demişti. Lakin arkadan 28 Şubat geldi. Balyoz, Ayışığı, Ergenekon, Sarıkız gibi darbe girişimleri de unutulmamalı tabi. Sonra, AK Parti'yi kapatma teşebbüsü de unutulmamalı. Bakıyorsunuz, darbe tarihi nerdeyse Türkiye Cumhuriyeti tarihinden daha eski. Biliyorsunuz, biz Türkleri dışarıdan yıkmak mümkün değil. Dış tehdit karşısında biz hemen bir araya gelir, ortak yürek olur ve saldırıya, 'hayır!' deriz. Bizim zayıf yanımız içimizdir. O nedenle dış güçler her daim içerden işbirlikçi bulur bizde. Nedense darbe heveslisi bizde bolca vardır. Biraz güçlenen, palazlanan, lakin halk tabanında karşılığı olmayan güruhlar darbeyle ülke yönetimine el koymayı hayal ederler çoğunlukla. Bugün adına 'hizmet' denilen grup, buna örnek gösterilebilir. Hatta pek çok cemaat için de bu söylemim doğrudur. Yabancı istihbarat örgütleri tarafından içine sızmalar yapılarak orijinal yapısından saptırılıyor cemaatler. Darbeleri önlemenin iki yolu vardır. Birincisi; halkın kendi hakları konusunda bilinçlendirilmesi, vatandaşlarımızda kendi hukukuna sahip çıkacak bir şuur oluşturulmasıdır. Bu çok önemlidir. Kalıcı tedbir budur. Bunun için gerekirse okullara dersler bile konulmalı, daha küçük yaşlarda çocuklarımız darbe tehlikesine karşı uyarılmalıdır.
İkincisi ise, darbeye tevessül edenlerin en ağır cezayla cezalandırılmasıdır. Böylece bu yol tamamen kapatılmalıdır. Yoksa güzel ülkemiz gücünü dışarıya karşı değil, kendi içinde harcamak zorunda kalmaktadır. Eforun boşa harcanması doğru değildir.Bu arada, Milli Eğitim Bakanlığımızı da 28 Şubat yaralarının kapanmasında sağlamış olduğu katkıdan dolayı kutluyorum. Biliyorsunuz, öğretmenliğe başlama yaş sınırını kaldırdı bakanlık. Dolayısıyla 28 Şubat'ta okulundan atılan mağdurlarının öğretmenlik yapmalarının önü açılmış oldu. Bu güzel bir uygulama olup, takdire şayandır. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ