'Aşı reddi çocuklarda ölüm nedeni'

Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elçin Balcı, Kovid-19 aşı çalışmalarıyla tekrar gündeme gelen 'aşı karşıtlığı' nın, çocuklarda aşı ile önlenebilir hastalıkların ortaya çıkmasına ve ölüme neden olacağını söyledi.

'Aşı reddi çocuklarda ölüm nedeni'

İlk aşı karşıtı hareketler, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde 1800’lü yılların ortasında ortaya çıktı. Son yıllarda artan aşı karşıtı hareketleri sebebiyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2012 yılında 'Aşı Tereddütleri Çalışma Grubu’nu' kurarak aşı reddini araştırmaya başladı. Bu araştırmalarda, Avrupa bölgesi aylık bildirim verilerinden elde edilen bilgilere göre, 2013 ve 2015 yıllarındaki kızamık salgınında hastalananların çoğunun aşısız çocuklar olduğu tespit edildi. DSÖ, kızamık aşısı yapılmadığında yılda 2,7 milyon çocuğun kızamık komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngördüğü raporlar yayınladı. Nihayetinde 2019 yılında 'aşı karşıtı hareketleri', 'sağlığı tehdit eden faktörler' listesine aldı ve daha sağlıklı bir dünya yaratmayı hedefleyen 5 yıllık planında 'aşı reddi-tereddüdü' ile mücadele edileceğini bildirdi.

Aşı karşıtları ya da retçilerinin, Türkiye'de de sayısının giderek arttığı biliniyor. 2020 yılı Mart ayında Ankara'da düzenlenen Aşı Çalıştayı'nda açıklanan verilere göre, Türkiye'de 2010'lu yılların başlarında 100 dolayında olan aşıyı reddeden aile sayısının, 2016'da 10 bini,  2017'de ise 13 bini aştığı ifade edildi.

"AŞILAMANIN TEMEL AMACI TOPLUMU BAĞIŞIKLAMAK"

Konuyla ilgili olarak gazetemize değerlendirmede bulunan ERÜ Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elçin Balcı, aşı uygulamalarını, toplumda bağışıklığı artıran, sağlığın varlığı, korunması ve sürdürülmesi için gerekli olan en büyük küresel önlem şeklinde tanımladı. Balcı, aşı yoluyla toplumu bağışıklamanın temel amaçlarını; salgınları önlemek, kişilerin bu hastalıklara karşı bağışıklığının oluşmasını sağlamak, bağışıklık sistemi sorunlu olduğu için daha fazla risk altında bulunan grupların ölümcül hastalıklara yakalanmalarının önüne geçmek olarak sıraladı.

"AŞILAMA KÜRESEL ÇAPTA YAPILMALI"

Modern dünyada insan ve hayvan hareketlerinin artmasından dolayı aşılamanın küresel çapta uygulanan programlarla gerçekleştirildiğini belirten Balcı, bu sayede hem Türkiye'de hem de dünyada çok sayıda enfeksiyon hastalığı görülme sıklığının önemli ölçüde azaltıldığını ifade etti. Böylece ölümlerin de azaltıldığına dikkat çeken Balcı, "Çiçek hastalığı aşı ile hastalığı sonlandırmanın ilk ve en güzel örneği olmuştur. Mücadelede başarı kazanılan bir başka hastalık ise polio yani çocuk felci hastalığıdır. DSÖ tarafından 1988’de başlatılan 'Polio eradikasyon (sonlandırma) programı' ile tüm dünyada aşılamaya hız verilmiştir. Türkiye’de 26 Kasım 1998’den beri hiçbir çocuk felci vakası görülmemiş, buna istinaden DSÖ tarafından 50 Avrupa ülkesi ile birlikte 21 Haziran 2002’de Türkiye’ye ‘Polio’dan Arındırılmış Bölge’ sertifikası verilmiştir." diye konuştu.

"AŞI ÇALIŞMALARINDA BAŞARIYA GÖLGE DÜŞÜRÜR"

Aşı uygulamalarının halk sağlığı üzerindeki bilinen olumlu etkilerine rağmen, tüm dünyada 'aşı tereddüdü, reddi ya da karşıtlığı' hareketlerinin arttığını kaydeden Balcı, aşı reddinin temel nedenlerini; aşı üreten firmaların bu işten elde ettikleri büyük maddi getirinin art niyetli olabileceğinin düşünülmesi, aşının içerdiği kimyasal maddelerin toksik olduğunun düşünülmesi, hastalıkta korunmada doğal yöntemlerin daha etkili olduğunun düşünülmesi gibi iddialardan kaynaklandığını dile getirdi.

2009'DAN BU YANA TÜRKİYE DE CİVASIZ AŞIYA GEÇİLDİ

Son yıllarda bu iddialara, özellikle kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarının içinde yer alan civa maddesinin, otizm oranlarını yükselttiğine dair iddianın da eklendiğini belirten Balcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu konudaki en etkili yayın Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık (KKK) aşısının otizm vakalarının iki kat arttırdığına dair yapılan çalışmadır (Wakefield, 1999). Ancak yapılan çalışma göstermiştir ki KKK aşısı ve otizm arasında anlamlı bir ilişki yoktur (Jeffrey ve Paul, 2009). Aşıların içeriğinde bulunan civanın otizme yol açtığı iddiasına herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen 2011 yılında aşılama oranlarının düşmesini engellemek için aşının içeriğindeki civanın çıkarıldığı Amerikalı yetkililer tarafından bildirilmiştir. Ülkemizde ise civasız aşıya 2009 yılı itibariyle geçildiği Sağlık Bakanlığı tarafından bildirilmiştir. Bunlara rağmen bu reddedişlerin sonuçları görülmeye başlamıştır, zira 2011 yılında Avrupa’da kızamık vakalarının bildiriminde ciddi artış görülmüştür ve bunların yüzde 85’inin aşılanmamış veya aşı kaydının olmadığı tespit edilmiştir."

"AŞININ KULLANILABİLİR OLMASI SÜRECİ ÇOK UZUN"

Aşı karşıtlarının iddialarının aksine, bir aşının, aşırı titiz ve uzun süren aşamalardan sonra ancak kullanılabilir hale geldiğinin altını çizen Balcı, "Birinci aşamada laboratuvar koşullarında yapılan araştırmalar yer alır. Daha sonraki aşamalarda klinik çalışmalar vardır. Bu çalışmalar gönüllülerin katılımı ile etik kurallar çerçevesinden ayrılmaksızın gerçekleşir. Klinik çalışmaların ilk aşamasında, çok az sayıda kişi üzerinde aşının güvenliği, etkinliği araştırılır. İkinci aşamada, katılan kişi sayısı artırılarak  (yüzlerce katılımcı) doz aralığını belirlemeye yönelik çalışmalar yürütülür. Üçüncü aşamada ise, binlerce kişinin katıldığı, aşının etkinliği ve güvenliğinin test edildiği çalışmalar yapılır. Bu aşamaları geçen aşılar için lisans almak için başvuruda bulunabilir. Türkiye’de ithal edilen aşılar, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun yürüttüğü ruhsatlandırma sürecine tabidir. Dördüncü aşama ise ruhsatı verilen aşının ortaya çıkabilecek istenmeyen etkilerinin araştırılmasıdır. Bir aşının genel topluma önerilmesindeki en temel ölçüt 'aşının etkinliği'dir. Aşının etkinliği, aşının topluma uygulanmasıyla toplumda o bulaşıcı hastalığın yüzde kaç azalacağının hesaplanmasıyla bulunur. Genel topluma önerilecek aşıların yüksek düzeyde (en az yüzde 90.0) etkin olmaları gerekir. Yani bir aşının uygulanmasına karar verilmesi sanıldığı kadar basit değildir. Ve bilimsel dayanakları olmadan yapılamaz." ifadelerini kullandı.

"AŞI UYGULAMALARININ BAŞARISINI GÖLGELİYOR"

Son günlerde Kovid-19 aşısının da konuşulmaya başlanmasıyla, aşı karşıtlığına dair hareketlerin yaygınlaştığını, özellikle sosyal medya aracılığıyla bu iddiaların daha kolay biçimde kitlelere ulaşabildiğini kaydeden Balcı, "Aşıya tereddütle bakan kişi sayısının artması bağışıklama için gelinen noktada başarıya gölge düşürecek ve zararlı sonuçlara yol açacaktır. Ayrıca aşıların ebeveynler tarafından reddedilmesi, masum çocuklarda aşı ile önlenebilir hastalıkların ortaya çıkmasına ve ölümlere yol açmasına neden olacaktır. Kovid-19 salgınını yaşadığımız bu günlerde en önemli korumamız gereken şey bünye bağışıklığımızdır. Ve aşılanması gereken bebek, kadın ve yaşlı bireyler kesinlikle ihmale gelmemeli, mevcut aşı programındaki tüm aşılar zamanında yapılmalıdır." diyerek sözlerini tamamladı.

'AŞI TEREDDÜDÜ' ve  'AŞI REDDİ'

DSÖ ve UNICEF 'aşı reddi' ile 'aşı tereddüdü' farklı kavramlar olarak tanımlanmıştır. Aşı tereddüttün de bir veya birden fazla aşı için aşıya ulaşıldıktan sonra reddetme veya kabullenmekte gecikme durumu varken, aşı reddinde tüm aşıların yapılmasını reddetme iradesi vardır.

DÜNYADAKİ HAREKETLER...

1800’lü yıllarda İngiltere’de çiçek salgını hakkında halk yeterince bilgilendirmeden zorunlu olarak aşılanmaları istenmiş ve aşı yaptırmayanlara ağır yaptırımlar uygulanmıştır. Bu uygulamalar sonucunda ülkede aşının etkinliğine ve güvenirliğine inanmayan aşı karşıtı bir kesim oluşmuştur. 2003 yılında ise Nijerya ülke lideri aşıların halka HIV bulaştırmak ve infertiliteye neden olduğunu duyurarak halkı aşı olmamaya çağırmıştır. Zamanla bilinçlendirmenin artmasıyla ve çeşitli devlet politikaları sayesinde aşılanmaya karşı direnç azalmıştır ancak son 8-10 yılda ülkemizde ve dünyada aşı karşıtları medyanın ulaşılabilirliğini kullanarak tekrar aşı reddi kavramının güçlenerek hayatımıza girmesine sebep olmuştur. 1998 yılında yayınlanan otizm ve KKK aşısı arasında ilişki olduğunu iddia eden makale 2010 yılında geri çekilmiş olsa da aileler üzerindeki olumsuz etkisini sürdüğü bildirilmiştir.

TÜRKİYE'DE 2 ÖRNEK DAVA

Ülkemizde 2015’de Ordu’da yaşayan bir savcının bebeklerine aşı yaptırmaması üzerine Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünün söz konusu çocuklar için sağlık tedbiri davası açmasıyla konu ülke gündemine gelmiştir. Çocukların babasının bireysel hak ihlali iddiası ile karşı dava açıp kazanmasıyla, medyada ‘İkiz bebeklerine aşı yaptırmayan savcının hukuk zaferi’ olarak yansıtılan bu durum, birçok ‘dini ve felsefi öncü’ kişileri takip eden grupların aşı karşıtı söylemlerini artırmalarına yol açmıştır. Gittikçe yaygınlaşan bir sonuç olarak ebeveynler kendi rızalarıyla çocuklarına aşı yaptırmamaya başlamışlardır.

Bir başka dava Uşak'ta görülmüştür. Buna göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Uşak İl Müdürlüğünce, başvurucu çocuğun bebeklik aşılarının anne ve babası tarafından yaptırılmadığından bahisle, çocuk hakkında 5395 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 1 numaralı fıkrasının d bendi uyarınca sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Sivaslı Asliye Hukuk Mahkemesince Genişletilmiş Bağışıklama Programında yer alan aşıların önemiyle alakalı açıklama ve eğitime rağmen ebeveyni tarafından aşı uygulanmasına izin verilmeyen çocukların 5395 sayılı Kanunun 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının a bendi uyarınca korunmaya muhtaç çocuk olarak kabulü gerektiğinden bahisle, çocuk hakkında, sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Konuyla ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 11.11.2015 tarihinde, Halime Sare Aysal’ın başvurusunda (Başvuru No: 2013/1789), zorunlu aşı uygulaması hususunda verilen tedbir kararı nedeniyle başvurucunun maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi'nin 24 Aralık 2015 tarihli 2Zorunlu Aşı Uygulamasına İlişkin Halime Sare Aysal Kararı'na göre, ebeveynlerin çocuklarına aşı yaptırmama ya da yapılmasını reddetme hakları bulunduğu beyan edilmiştir.

TÜRKİYE'DE DURUM

Sağlık Bakanlığı’nın Aralık 2017’de yaptığı açıklamada aşı reddinde bulunan aile sayısı 10 bini geçmiştir. Aşı reddinin ülkemizde bu artan ivme ile devam etmesi durumunda 5 yıl sonra bağışıklanma oranının yüzde 80’lere düşeceği tahmin edilmektedir. Bunun sonucunda az görülen hastalıkların görülme sıklığında ciddi artışlar hatta eradike edilen hastalıkların tekrar görülebileceği öngörüsü mevcuttur. Ülkemizde halihazırda bağışıklanma oranı yüzde 90 ların üzerine çıkmışken; aşı redleri giderek büyüyen bir sağlık tehdidi oluşturacak gibi durmaktadır.

*Yarın, 'Neden aşı karşıtı oldum?'

SELMA KARA