Bünyan  Sultanhanı Köyü'nde Heyet-i Temsiliye'yi Karşılama

Çok soğuk bir kış gecesiydi.  Bünyan Camikebir Mahallesi 'nin üstüne yağıyordu, bulut çınkısı karlar.  Dar sokağın karanlığına, taş duvarlı  evin ikinci katının penceresinde ışık sızmıştı.  

Bünyan  Sultanhanı Köyü'nde Heyet-i Temsiliye'yi Karşılama

     İbrahim Hakkı Efendi odasına geçmiş, yaklaşık yarım saattir, akşam masada bıraktığı dört sayfadan oluşan konuşmasını okuyordu. Soğuk odada kendi kendine sordu, “Bu kadar uzun konuşmayı, karda kışta kim dinler?” diye. Yavaşça başını sağa sola sallayarak, “Hele hele koskoca Heyet-i Temsiliye Reisi, hiç dinlemez?” dedi. Yazıyı bir sayfaya, hatta yarım sayfaya düşürse iyi olacaktı... Gaz lambasına iyice yaklaştırdığı sayfaları okurken, içlerinden nereleri seçeceğini düşünüyordu. Bakara Suresi’nden yazısına aldığı iki ayetten birinden vaz geçmek zorunda kalacaktı. İçinden, “Hiç olmazsa 244 kalsın.” dedi. Elini kır sakallı yüzüne götürdü, uzun parmaklarını dudaklarının kenarında dolaştırdı, sakallarını birkaç kez sıvazladı.

    Önüne boş bir kâğıt koydu, divitini hokkaya batırdı... Heyet-i Temsiliye’nin 19 Aralık’ta Kayseri’ye geçeceğini, oradan Ankara’ya gideceğini üç gün önce Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kayseri Şube Reisi Ahmet Remzi Efendi’den haber almıştı.  Demek oluyordu ki heyet, Sultanhanı’ndan da geçecekti. Kendisi cemiyetin Bünyan-ı Hamidiye Reisi değil miydi? Haberi aldığı gün Belediye Reisi Nail Ağa ile heyeti karşılama planı yapmışlardı.
    Divitini kâğıdın üst sağ köşesine koydu, hiç ara vermeden, “Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Hamidiye kazasına bağlı Sultanhanı köyüne hoş geldiniz.” diye yazdı. Mustafa Kemal’in askerlikten istifa ettiğini biliyordu. Kendisine paşa diye hitap edip etmemesi konusunu iki gün boyunca düşünmüş; sonunda, “İstifa ettiyse etti, diyelim ki vali beni görevden azlettirdi, ‘İbrahim Hakkı’ deseler üzülmez miyim?” demişti...
    Cemiyetlerinin kuruluşunu ve faaliyetlerini anlatan paragraftan sonra, Sivas Kongresi kararlarına atıfta bulunan bir paragraf daha yazıp, “Kazamız siz Heyet-i Temsiliye’nin emrine müheyyadır.” diye bitirdi. Satır başı yapıp Bakara Suresi 244. ayeti yazdı. Belki de konuşmasını onunla bitirmeliydi... O esnada aşağıdaki harman yerinden at kişnemeleri duydu. Kalkıp perdeyi araladı. Harman yerinde büyükçe bir ateş yakılmıştı. Alevler, esen rüzgâra uyup, bir sağa bir sola savruluyordu... Çevresine halka olmuş insanların siluetlerini fark etti. “Gençler içtima etmeye başlamışlar.” diye düşündü... 
    Kasaba dik bir yamaca kurulmuştu. Öyle sık ve üst üsteydi ki toprak damlı evler; çoğunun kapı önü, altındaki evin damıydı... Gecenin bu son saatlerinde yağan karlar, bir damdan ötekine savruluyordu...
    Tekrar masasına oturdu, yazdığı konuşmasını, “Sivas’tan Kayseri’ye seyir eden; durma git sen! Yalnız çıktığın bu yolda, bir mahşeri kalabalıksın...” diye bitirdi. Gidip abdest aldı, sabah namazını kıldı. Namazdan sonra bir sayfayı bile bulmayan yeni konuşmasını, ayakta okuyor, adeta ezberlemeye çalışıyordu ki odanın kapısı gıcırtıyla açıldı. Elinde gaz lambasıyla karısı içeri girdi. Ayşe Hanım, uzun boylu zayıfça bir kadındı:
    “Ne zaman kalktın, ne zaman giyindin sen? Gittiğini duymadım...” dedi.    
    “Uyuyamadım ki...”
    “Torbaya ekmek koydum, katık koydum, ceviz içi koydum. Değişiğin bulunsun diye bir çift çorap, bir fanila koydum.”
    “İyi yapmışsın... Ellerin dert görmesin.”
    “Tipi bir esiyor ki; sivikleri süpürüyor... Bu havada kapıya bile çıkılmaz.”
    “Çıkılır da gidilir de... Ne olur Ayşe Hanım, dünkü gibi münakaşa etmeyelim!”
     Karısı elindeki lambaya üfleyip masaya koydu:
    “Söyleyince, söyledi oluyor. Ekmeğimizden olacağız Hakkı Efendi!”
    “Ne yapsaydım, başkaları gibi selamet-i sulhçu mu olsaydım?”
    “Ne o olaydın, ne bu; ortada duraydın...”
      İbrahim Hakkı Efendi, karısının gözlerinin içine bakarak:
    “Vatansız kalacağız, vatansız; sen durmuş, candan, maldan bahsediyorsun!” dedi.
     Karşısındaki, sesini biraz daha yükseltti:
    “Karda kışta gidip orada dikilince Yunan İzmir’den mi çıkacak? Bu gidişiniz yolcuyu oyalamaktan başka neye yarayacak? Onların sizden haberleri bile yok. Önlerini kesip, adamlara ne diyeceksiniz?”
    “Diyeceğiz ki Reis Hazretleri, Bünyan-ı Hamidiye, yolunuza baş koymuştur. Yüksek emirlerinizi bekliyoruz.”
    Ayşe Hanım başını sağa sola yavaş yavaş salladı:
    “Son zamanlar büsbütün huy değiştirdin sen... Sultanhanı’ndan ne zaman geçecekler, bunu bile bilmiyorsunuz. Belki de gelmezler, üşüdüğünüz de yanınıza kâr kalacak...”
    “Gelecekler!”
    “Ya gelmezlerse?” 
    “Handa yatar, bekleriz.”
    “Ya öbür gün de gelmezlerse?”
    İbrahim Hakkı sayıklar gibi konuştu:
    “Mustafa Kemal dediğin, ömürde kaç kere gelir? Hem gideceğiz,  hem de bekleyeceğiz!”
     Gaz lambasının cılız ışığında kocasını baştan aşağıya süzdü:
    “Bu yaşta mı bekleyeceksin, Hakkı Efendi?”
    “Yaşımda ne varmış? Reis Nail Ağa gidiyor, Müderris Nuh Efendi gidiyor, daha kimler gidiyor kimler... Onlar gidecek, cemiyet reisi olarak ben, sıcak yatağımda yatacağım öyle mi? Peki yarın nasıl minbere çıkarım? Hangi yüzle insanlara konuşurum? Git de pencereden aşağıya bir bak Gençler harman yerinde ateş yakmışlar. Belli ki onlar da benim gibi uyuyamamışlar...”
    İbrahim Hakkı Efendi, elini kalbinin üstünü koydu:
    “Ayşe Hanım, Ayşe Hanım, o son Fransız, gemisine binip Adana’yı terk etmeyinceye kadar, Yunan İzmir’den çıkmayıncaya kadar bu ateş sönmeyecek!”
     Ayşe Hanım, tam da kocasının gözlerinin içine baktı:
    “Efendi, hava kötü, yolunuz uzun!”
    “Varsın uzun olsun... Koskoca Kemal Paşa şu karda kışta Ankara’ya gidiyor da biz beş saatlik yola gidemeyeceğiz öyle mi? Kaygı etme sen, hava büsbütün bozarsa Musaşeyh’e sığınır, köyde yatarız... Unutuyor musun ne; ben İlbeyli çocuğuyum...”
    Karısı daha üsteleyecekti ki dış kapıya iki kez vuruldu. İbrahim Hakkı Efendi, karısının omuzlarını tuttu, gözlerine bakıp, yalvarır gibi konuştu:
    “Duana muhtacız, Ayşe Sultan...”
    Gözlerini ondan kaçıran karısı:
    “Allah yolunuzu açık etsin. Uğur ola...” dedi.
    Kapı ikinci kez vurulunca, taş merdivenden alt kata inen İbrahim Hakkı Efendi, dışarıdakilere seslendi:
    “Nuh Efendi, siz misiniz?”
    “Biziz Müftü Hazretleri!”
    “Geldim Nuh Efendi, geldim!” 

                                     
      O sabah atlılar, Bünyan’dan Sultanhanı köyüne öğlen olmadan ulaştılar. Heyet-i Temsiliye’yi öğleden sonra karşıladılar. Mustafa Kemal, onların ilgi ve desteklerinden çok memnun kaldı. Ankara’da kurulacak meclise bir de mebus göndermelerini istedi. Bu emir üzerine Bünyan’dan Mehmet Âlim Efendi mebus olarak birinci meclise girdi. 
    Kurtuluş Savaşı boyunca, Müftü İbrahim Hakkı Efendi, Müderris Nuh Efendi ve arkadaşları, köy köy gezip halkı kurtuluşa inandırarak, gençlerin askere sevklerini ve de orduya maddi yardımlar sağladılar. Onlar Ankara fetvasına korkusuzca imza veren aydın, kurtuluşa giden o çetin yolun inşasında cansiperane çalışan birer kalfaydılar...

                                                                 ***

     O günlerden bu yana tam yüz yıl geçmişti. Belki de o günkü karşılama, Sivas’tan çıkıp gelen heyete, halk tarafından yapılan ilk sevgi ve bağlılık gösterisiydi... Bünyan Dostları Grubu Derneği olarak, Bünyan Belediyesi 'ni de yanımıza alıp yukarıdaki öykülendirmemin altına "Var mısınız, o yolu tekrar yürümeye; İbrahim Hakkı Efendi ve arkadaşlarının izlerinden gitmeye?" diye sosyal medya üzerinden çağrıda bulunduk. Yirmi kilometrelik yürüyüşümüzü 22 Aralık 2019 Pazar günü sabahında, 85  katılımcıyla eksi iki derece hava sıcaklığında Bünyan 'dan başlattık. Jandarma ve ambulans eşliğindeki bu tarihi yürüyüşümüze Musaşeyh köyünde soluk verdik. Musaşeyh türbesinin avlusunda, asırlık söğütlerin altında ikram edilen kazanlar dolusu sıcak sütle kahvaltı yaptık. Molanın ardından, arazide yürüdüğümüz dokuz kilometrelik yoldan sonra  saat 13.30 'da Sultanhanı köyüne ulaştık. Yürüdüğümüz süre içinde varacağımız menzilde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını gerçekten de göreceğimiz hissi bende uyanmıştı. Bu yürüyüş öyle tarihi bir yürüyüştü ki bu hissi bir ben değil; birçok arkadaş yol boyunca benim gibi dile getirmişti. Selçuklu eseri Sultanhanı 'nın nakış nakış işlenmiş iç avlusunda geçmişin hatıralarıyla baş başaydık.  Burada günün anlam ve önemi üzerine konuşmalar yapılacaktı. Ama biraz soluklansak iyi olacaktı...

     Dernek başkanımız Şener Serim, sunuş konuşmasıyla,  töreni başlattı. Bana ise Müftü İbrahim Hakkı Efendi adına yazdığım aşağıdaki konuşmayı yapmak düşüyordu. Sanki yüzyıl öncesiymiş gibi, Karşımda Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa varmış gibi, çıkıp kürsüye aşağıdaki konuşmayı yaptım:
     “Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Hamidiye Kazasına bağlı Sultanhanı köyüne hoş geldiniz! Çok şükür ki Müdüdafa-i Hukuk Cemiyeti Bünyan Hamidiye şube reisi, azaları ve Bünyan ahalisi olarak huzurlarınızdayız.

     Arkadaşlarım Nail Efendi, Müderris Nuh Efendi, Hoca Tahsin Efendi, Abidin Efendi, Ethem efendilerle, Sivas Vilayetinde aldığınız kararları emir telakki ettik. Gerek kasabamızda, gerekse köylerimizde, ahalinin memleket gerçeklerini öğrenmesi, canımıza kast edenlere bilenmesi hususunda azami gayret içinde olduğumuzu size ve kıymetli delegelerimize arz ederiz. Bundan sonra da alacağınız her kararda, Kazamız siz Heyet-i Temsiliye’nin emrine müheyyadır.

     Paşam, milletin kurtuluşunun yine milletin azmi ve kararıyla mümkün olacağına sayenizde kaniyiz. Ve yine kaniyiz ki; Hak, daima haklının yanındadır.

     Cenab-ı Allah, bir ayeti kerimesinde şöyle buyurmuştur:

    ‘Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah her şeyi işiten ve bilendir.’

     Başta işgal altındaki onca vilayetin, söylemek isterim ki, Allah’ın izniyle umudusunuz bu milletin.

     Paşam, bu kısa kış gününde yolunuz uzun, şartlarınız çetin, lakin sanmasınlar yalnızsın. Ey, Sivas’tan Kayseri’ye seyir eden; durma git sen! Yalnız çıktığın bu yolda, bir mahşeri kalabalıksın...

    Arz ederim.”

     Yüz yıl önce o heyeti karşılayanların içinde Bünyan-ı Hamidiye Belediye Başkanı Nail Meram vardı. Yüz yıl sonra da bir belediye başkanı temsili karşılamada hazır bulunuyordu. Bünyan Belediye Başkanı Özkan Altun konuşmalarını yaptılar. Derneğimizin değerli üyesi, Ağabeyimiz Ali Bozkurt, büyük dedesi Nail Meram adına konuşmasını yaptı. Bünyan’dan Sultanhanı’na kadar yürüyenlere günün anlamına uygun yaptırılan madalyalar takıldı.
     Tören sonunda verilen yemeğin ardından tıpkı yüzyıl öncesi gibi Heyet-i Temsiliye 'yi Kayseri 'ye dualarla uğurladık. Biliyorduk ki orada da sivil kahramanlar, tıpkı yüzyıl öncesi gibi Reşit Ağa Konağı 'nda en güzel şekilde, gelen heyeti ağırlayacaklardı. Onlar ki Kurtuluş Savaşı 'nın Erciyes duruşlu kahramanları; Kayseri 'den Seyyide Hanımlar, Ferruha Hanımlar, Ahmet Remzi Efendiler, Nuh Naci Efendiler; Bünyan 'dan İbrahim Hakkı Efendiler, Mehmet Âlim Efendiler, Müderris Nuh Efendiler  ve adlarını sayamadığımız daha niceler... Hepsi de huzur içinde uyusunlar. Yüzyıl sonra da bu millet, onların yolunda, onlar gibi yürümektedir. Ruhları şad olsun!

    Yazan: Cafer ALGÜL Fotoğraf: Hasan Yüksel