Ertugay: 'Türkiye siyasetini, 15 Temmuz özelinde yeniden inşa etmek gerekiyor'
'15 Temmuz Darbe Girişimi Hatırladıklarımız ve Hatırlayacaklarımız' adlı akademik kitabın yazarı Nuh Naci Yazgan Üniversitesi (NNYÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatih Ertugay, 15 Temmuz ve siyaset konularında önemli bilgi ve görüşler paylaştı.
Verdiği bilgilerde “Türkiye siyasetini 15 Temmuz özelinde yeniden inşa etmek gerekiyor” diyen Öğretim Üyesi Ertugay, konuya ilişkin olarak şunları kaydetti; “15 Temmuz darbe girişiminin bana göre 4 noktadan şimdiye kadar yapılan darbelere benzemediğini söyleyebiliriz. Birincisi ideolojik yönelimi. Şimdiye kadar yapılan darbelerin tamamı "kurucu ideolojiye dayanan" darbeler. Ama bu darbe girişimi ilk defa ideolojik angajmanı farklı olan dini görünümlü içeriği olan bir darbe girişimiydi. İkincisi aktörlerin tutumu bakımından farklılaşıyor. Daha önceki darbelerde aktörler kısmi bir şiddet kullanımı sergiliyorlar. Darbe sonrasında da yine bu şiddetin dozajını kısmen düşürüyorlar. 80 darbesinden sonra Kenan Evren ‘Bir oradan astık, bir buradan astık’ diye ifadelerde bulundu. Ama ilk defa bu kadar hunhar bir şekilde darbeciler kendi insanımızı öldürdü. Yine aktörlerin tutumuna baktığınızda daha önceki darbelerin aktörleri kendilerini açık etmekte çekinmediler. Yani darbenin başında da sonunda da darbeciler kendilerini açık etmişlerdi. 15 Temmuz’da ise darbecilerin kim olduğu belli ama kimin yönettiği, emir-talimatın nasıl kurulduğu gizli saklı. Ve şu anda da kendilerini inkar ediyorlar. Bu da şöyle özetlenebilir, kitabımda da böyle bir başlık koydum; ‘Darbe de Bile Takiye’. Üçüncüsü siyasilerin ve parlamentonun hep birlikte darbecilere gösterdikleri tepki. Bu darbe girişiminin olumlu bir yanı. Daha önceki darbelerde, mevcut iktidarlara muhalif olanlar genelde darbe yanlısı bir tutum takındılar ve darbeleri alkışladılar, desteklediler, uzantıları haline geldiler. Ama ilk defa 15 Temmuz gecesi toplumun neredeyse tamamı birkaç istisna dışında, mesela bazı kesimlerde insanlar, darbenin nasıl sonuçlanacağı henüz kesinleşmediği anlarda bunu alkışladığı görülüyor. Örneğin Bağdat Caddesi'nde kameralarda alkışlama görüntüleri var.. Bu İstisnaları hariç tutarsak iktidar partisi, ana muhalefet ve diğer muhalefet partileri beraberce darbenin karşısında oldular. Türkiye’de maalesef her dönem doğrudan veya dolaylı olarak her 10 yılda bir darbe olmuştur. Türkiye bir darbeler ülkesi. Fakat bu kader değil. 15 Temmuz bunun bir kader olmadığını gösterdi. Fakat 15 Temmuz’daki ruhun, direnişin kalıcı hale gelmesi gerekli. 15 Temmuz’daki direniş ne kadar değerliyse bunu kalıcı hale dönüştürmek de o kadar kıymetli. İşte 15 Temmuz gecesinde tüm toplum kesimlerinin ve siyasilerin bu tutumu takınabilmiş olmaları son derece kıymetli. Bunu dünden bugüne, bugünden de yarına taşımamız lazım. Burada bir eksiklik görüyorum ben. Yani 15 Temmuz gibi Türk siyasi tarihinde bir milat olan toplumsal-politik "an"ı, zaman dilimini tüm toplum kesimlerinin sahiplenmesine açık hale getirmemiz lazım. Burada da politika kurumuna çok iş düşüyor; muhalefet ve iktidarıyla. İktidar bu ruhu canlı tutabilmek adına faaliyetler yapıyor. Bu noktada CHP liderinin de 15 Temmuz haftasında teşkilatlara Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili polemiklere girilmemesi ve etkinliklere katılma talimatı vermesi de bu amaca hizmet ediyor diyebiliriz. Türkiye siyasetini, 15 Temmuz özelinde yeniden inşa etmek gerekiyor. Bu bize şunu gösterdi. 15 Temmuz gibi uluslararası uzantıları olan bir darbe girişimine direnç göstermek ancak bütün toplumun bir araya gelmesiyle olur. O gece sadece Adalet ve Kalkınma Partili insanlar, "partimize yönelik bir darbe girişimi var, liderimizi indirmeye çalışıyorlar" diyerek meydanlara çıkmış olsa da, diğer toplum kesimleri buna kayıtsız kalmış olsalardı belki darbe önlenirdi ama ödeyeceğimiz bedel artabilirdi. Orada darbecilerin moral motivasyonlarını kıran, kışlalarda teslim olmalarının, sokaklarda silahlarını bırakmalarının nedenlerinden bir tanesi de halkın tek yürek olarak topyekun direniş göstermesidir. Ayrıca siyasetçilerin de ortak açıklama ve tavırları bu teşebbüsü akamete uğratan unsurlardandı. Dördüncü farklılığı ise 15 Temmuz’da halkın direnişi ve sergilediği duruşudur. Darbeciler bütün planlarını yapmışlar, ama sadece halkın bu denli karşı direnişte bulunacağını hesap etmemişlerdir. Zaten darbe öncesinde darbecilerin yazışmaları var; ‘Mısır’daki gibi olmaz’ deniyor. Yani bu halk evinden bile çıkmaz diye. Her şeyi planlamışlar fakat bunu hesaplamamışlar. şimdiye kadar yaşanan hiçbir darbede ya da darbe girişiminde halk bir aktör olarak sokaklara çıkmadı. Halk, darbelerden muzdarip oldu, kederlendi ama o anda tepki göstermedi veya gösteremedi. Tepkisini bir sonraki seçime sakladı. Ancak 15 Temmuz’da cansiperane duruşu ile güçlü ve kararlı bir tepki gösterdi ve belirleyici olan da bu oldu. Darbe bastırıldı.”
“TÜRKİYE O GECE UÇURUMUN KENARINDAN DÖNDÜ”
Aktardığı görüşlerinde Türkiye’nin o gece uçurumun kenarından döndüğünü ifade eden Ertugay, sözlerine şöyle devam etti; “Darbe girişiminin en çarpıcı yansımalarından bir tanesi o gece Ankara İstihbarat Daire Başkanı’nın elleri gözleri bağlı bir halde darbeci askerler tarafından başından vurularak şehit edilmesidir. Hiçbir şekilde savunması olmayan, elinde esir bulunan birisini, elleri, kolları bağlı olduğu halde öldürmek. Aslında bu darbe başarılı olsaydı, geriye kalan herkese reva görecekleri muamelenin nasıl olacağının en net ispatı olması açısından önemli bir olaydı bu. O manzara bize darbecilerin niyetini, şayet gerçekleşmiş olsa halka muamelesinin nasıl olacağını ayan beyan göstermektedir. Çünkü teslim olmuş, ellerini kollarını bağladığın ve tehdit olmaktan çıkmış birini infaz ediyorsun. Uçaklarla, helikopterle halka ateş ettiler. Bunlar da çok çarpıcı ama eli kolu bağlı, esir alınan birine bu muamele en öne çıkan olaydı diye düşünüyorum. Bu darbe girişimi, geçmişte yaşanan darbelerden bu yönleri ile çok farklıdır. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde 15 Temmuz darbe girişimine benzeyen darbe yok. Zaman zaman siyasiler, akademisyenler diyorlar ya ‘Türkiye uçurumun kenarından döndü’ diye. Gerçekten 249 şehit ve binlerce gazi ile ödenen bedel karşılığı uçurumdan döndük ama şayet o uçurumdan aşağıya düşülmüş olsaydı Türkiye gerçekten kaotik bir sürece girerdi. Türkiye 90’lı yıllarda olduğu gibi dış politikasını kendisi tayin edemeyen, iddialı olmayan bir ülke olacaktı. Bir anlamda bir takım uluslararası güçlerin modern mandası olacaktı.”
“15 TEMMUZ’UN HİKAYESİNİ E-MUHTIRA’DA ARIYORUM”
15 Temmuz’un toplumsal etkisini anlamak için geçmişe bakmak gerekiyor. Yazdığım kitapta da bahsettim, Osmanlı’nın son yüz yılı ve Cumhuriyet’in kurulmasından bahsediyorum. Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecinde toplum devlet eliyle modernleştirilmeye çalışılıyor yani bir dönüşüm ameliyesine uğratılıyor. Bu da toplumun ikincilleştirilmesi, edilgenleştirilmesi anlamına geliyor. Toplum devlet tarafından dönüştürülürken doğal olarak bu tarz yukardan dayatmalara belirli bir direnç gösterir. Bazen içine kapanarak, bazen geleneklerine sarılarak, bazen bir aktivizm göstererek direnç gösterir ama devletin bu dirençleri bastırma gücü, kudreti karşısında giderek içine kapanır. 1960 darbesi, henüz Tek Parti yönetiminin yaydığı korkular canlıyken, o içe kapanıklığı, o edilgenliği henüz atamamışken, özgüveni kazanmadan gerçekleşmiş bir darbedir. Yani insanların tasavvurunda devlete karşı gelmek, devlete karşı durabilmek gibi bir düşünce yok. Dolayısıyla toplumun, her darbeden sonra bu özgüven yitimi pekişti. Halk kendi tercihi ile iktidara getiriyor, 10 yıl sonra darbe oluyor, indiriliyor. Burada dolayısıyla bir korku meydana geliyor. Adnan Menderes’i idam sehpasında görmek bu korkuyu derinleştirdi ve trajik hale getirdi. bu olayla toplum, kendi değer dünyasının da de bir nevi idam edildiğini düşüncesine; toplum olarak kendilerinin de idam edilebileceği gibi bir duyguya kapıldılar özelde. Bu korku daha sonra çaresizliğe dönüşüyor. Bak, oy veriyorsun iktidara getiriyorsun sonra darbe oluyor, gidiyor. 27 Nisan e-muhtırasında bu döngü ilk defa kırılıyor. Özgüven yitimi, içe kapanma ve korku, korkunun yol açtığı içe kapanma. Bütün bunlar öğrenilmiş çaresizliğe yol açıyor toplumda. Ayrıca bu döngü içerisinde toplumla politikacıların kurduğu iletişimde de sorun var. Süleyman Demirel’in de dediği gibi; ‘Şapkamı alırım, giderim’. Yani politikacıların da darbecilerin tehdidine karşı direnç göstermediğini gören toplum da direnç göstermemekte. Yani orada daha en başta, tepede olan bir kırılma aşağıya doğru halkalar halinde devam ediyor. Ve bu kırılganlık da ilk defa 27 Nisan e-muhtırasında koptu. O gece e-muhtıra ile bir bildiri verildi fakat ertesi gün hükümet adına açıklama yapıldı ‘biz bu bildiriyi tanımıyoruz, demokratik ülkelerde silahlı kuvvetler, sivil yönetime ve siyasetçilere tabi olur’ diye. Dolayısıyla 27 Nisan e-muhtırası amacına ulaşmadı. Sonrasında Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili Anayasa Mahkemesi iptal kararı verse de akabindeki seçimlerde büyük bir çoğunluk ve yeni bir cumhurbaşkanı ile o süreç kırılmış oldu. Ben biraz da 15 Temmuz’un hikayesini 27 Nisan e-muhtırasında arıyorum. Oradaki politik duruş, politikacıların duruşu, 15 Temmuz’daki insanların cesaretine etki etti. Biz burada politikacısıyla, toplumuyla topyekun bir direniş gösterebiliriz algısını ilk defa e-muhtırada gördü, hissetti kendinde. Dolayısıyla 15 Temmuz bu tarihsel korkunun yenildiği, yerini cesaretin aldığı, edilgenliğin yerini politik aktivizme bıraktığı bir dönüm noktası oldu. 15 Temmuz’daki tankların üzerine çıkarak onları engelleyen ve meydanları dolduran böylesi kitle 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde görülmemiştir. Bu tepki, pasif bir tepkiden ziyade aktif olarak kendini gösterdi ve hala bu canlılığını korumakta. 15 Temmuz’da değişen şeylerden birisi, birlik ve beraberliğin insanlarda yer etmesi, Yenikapı ruhu bunu anlatıyordu. Ben o Yenikapı ruhunun canlandırılması ve canlı tutulması gerektiğini ifade etmek istiyorum. HABER-FOTO: KAAN AKBAŞ