Hakim Daştan: 'Küçüklere cinsel saldırı suçları için idam ve hadım cezasını savunuyorum'

İstinaf Hakimi Necati Daştan günlerdir gündemden düşmeyen cinsel istismar önerisi ve cinsel istismar konularına ilişkin görüşlerini paylaştı.

Hakim Daştan: 'Küçüklere cinsel saldırı suçları için idam ve hadım cezasını savunuyorum'

Açıklamalarına “En sonda söyleyeceğimi yazının en başında söylemek istiyorum” diyen Hakim Daştan, “İdam cezasını hararetle savunan bir hukukçu olarak küçüklere cinsel saldırı suçlarının da idam cezası kapsamına alınmasını yahut bu sanıkların mutlak surette hadım edilmesini savunanlardanım” ifadesinde bulundu.
 
Konuya ilişkin sürdürdüğü açıklamalarında kanun yapma tekniği ve kanunlardaki isabet oranının ne yazık ki arzuladıkları noktada olmadığını kaydeden Daştan; “Tüm kargaşa da bundan kaynaklı. Ülkemiz coğrafi olarak fazla büyük olmamasına rağmen sosyo-kültürel olarak birbiriyle çok uç noktalarda seyreden bir yapıya sahip. İstanbul’a göre çıkardığınız bir kanun Ağrı’nın bir köyünde sorun çıkarabiliyor. Bu sorunu aşmanın yolu kanunları soyut ve esnek yaparak işi uygulayıcılara bırakmak ve aradaki bu boşluğu kapatacak ilave önlemler almak. Sosyolog Hukukçu sayımızın çok yetersiz olmasının bizi getirdiği nokta bu. Bu duruma çok da fazla şaşırmamak gerek” dedi.
 
“ÜLKEYİ ORTADAN İKİYE BÖLECEK BİR KANUN TASARISI TAM BİR ACEMİLİK”
 
Verdiği bilgilerde ülkeyi ortadan ikiye bölecek bir kanun tasarısını gece yarısı eklemeleriyle yürürlüğe koymaya çalışmanın tam bir acemilik olduğunu savunan Hakim Daştan şunları paylaştı; “Bu durum, hukuk devletinin ve demokrasinin özüne de uygun değil. Ancak şunu da unutmayalım ki eleştiri ve diyalog kültürünün çok zayıf olduğu ülkemizde çoğu kez yapılan eleştirilerin üzüm yemekten ziyaden bağcıyı dövmeyi hedeflediği de çok açık. Gelelim konumuza. Kanun metnine baktığımızda son derece acemice hazırlanmış bir kanun metniyle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Şöyle ki "(2) Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın 16/11/2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçundan, mağdurla failin evlenmesi durumunda, Ceza açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir. Zamanaşımı süresi içinde evliliğin, failin kusuruyla sona ermesi halinde fail hakkındaki hüküm açıklanır veya cezanın infazına devam olunur. Bu fıkra uyarınca fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya cezanın infazının ertelenmesine karar verilmesi durumunda, suçtan azmettiren veya işlenişine yardım edenler hakkında kamu davasının düşmesine veya infazının ortadan kaldırılmasına karar verilir." Her yönüyle aceleye getirilmiş bir metin. En başta irade aranmaksızın konu toptancı bir yaklaşımla ele alınmış. Oysaki burada mağdurun ve ailesinin rızası çok önemli. Rızanın önemi yapılan işin suç saikiyle yapıldığının tespiti için önemli. “Yani ailelerin rızasıyla ve yöresel düğün merasimleri ile işlenen suçlarda bu suçun faili olan kişilerin mağdurla evlenmeleri halinde ....” şeklinde düzenleme yapılabilseydi tüm eleştiriler ortadan kalkmış olabilirdi. Kanun tasarısının en olumlu yönü bunun bir defaya mahsus olmak üzere düzenlenmiş oluşu. Zaten aksi düşünülemezdi ki bu durum, pek çok soruna da kapı açabilirdi. Esasen bu olayın sosyolojik, psikolojik, tarihsel ve örfi vesaire birden fazla boyutu var. 5237 sayılı kanunun yapıldığı tarihe dönelim. Bir ceza kanunu yapıyorsunuz ve halkın çok önemli bir bölümünü etkileyecek böyle bir hususu halka aktarmakta yetersiz kalıyorsunuz. Kırsal bölgelerde bu şekilde küçük yaşta evlendirilen çocukların sayısının pek fazla olduğu bilinmiyor muydu? Gayet iyi biliniyordu. Bir kampanya dahilinde muhtarlar ve köy imamları aracılığı ile bu kanun yeterince anlatılabilseydi işin bu noktaya gelmeyeceğini düşünüyorum.”
 
“SUÇUN BİLEREK İŞLENDİĞİNİN TESPİTİ BU ÇALIŞMADA OLSAYDI İŞ BU RADDEYE GELMEYEBİLİRDİ”
 
Hakim Daştan, sürdürdüğü açıklamalarında “Şayet Yargıtay bu durumu biraz daha belirgin hale getirerek mahkumiyet kararı verilen durumlarda sanıkların bu eylemin suç olduğunu bilerek bu işe giriştiklerine dair mutlak ve inandırıcı delil aramış olsaydı ve işi genel bir içtihat noktasına getirmiş olsaydı iş bu raddeye gelmeyebilirdi” ifadesinde bulunarak konuşmasına şöyle devam etti: “Hile, cebir tehdit ile yapılan cinsel saldırı suçlarını bir kenara koyalım. Bütün köy ahalisini hatta civar köylerdeki dostlarını davet ederek düğün yapan bir insanın bu eylemin suç olduğunu bilerek bu işe giriştiğini savunmak aklı başında bir insanın hareket tarzı olamaz. Zira bu köy halkından bir tanesi durumu ihbar etmiş olsa bu durum, hem damat, hem da onun ailesi için facia demek. Buradan anlaşılıyor ki ailelerin pek çoğu bu eylemin suç olduğunu bilmiyor. Aslında mahkemelerden buna ilişkin verilen olumlu kararlar da az değil. Şayet Yargıtay bu durumu biraz daha belirgin hale getirerek mahkumiyet kararı verilen durumlarda sanıkların bu eylemin suç olduğunu bilerek bu işe giriştiklerine dair mutlak ve inandırıcı delil aramış olsaydı ve işi genel bir içtihat noktasına getirmiş olsaydı iş bu raddeye gelmeyebilirdi. Her ne kadar kanunu bilmemek mazeret sayılmasa da köye yerinde yaşayan, iletişim araçları olmayan, hayata dair tecrübelerden yoksun insanların üstelik ceza kanunu gibi anlaşılması çok kolay olmayan bir kanunu mutlak surette bildiğini iddia etmek ülkemizin gerçekleriyle bağdaşmıyor. Zaten taraflar evlenmiş, çocukları olmuş, koca hapiste gelin ve çocuk dışarıda mağduriyet içinde bunlara karşı sessiz kalmak, ‘bana ne’ limanına sığınmak hak ve nesafete uygun bir davranış değildir. Hukuk, sorunlara çare üreten bir mekanizmadır. Tarafları daha çok mağdur eden bir sistem adil değildir. TCK değişikliğinde yapılmayan ve ihmal edilen şey bugün yapılabilir ve kırmızı bir çizgi çizilerek bundan sonraki eylemlerin artık geri dönüşünün olmadığı halka anlatılabilir. Ailelerin rızası ve gençlerin birbirini severek evlenmesi olayı ile; evlenmeleri mümkün olmayan taraflardan birinin zorla veya hile ile gerçekleşen cinsel  saldırı eylemini birbirine karıştırmak ne hukuka ne ahlaka ve ne de vicdana sığar. Hukuku bilmeyen insanların örf ve adet kuralları gereğince üstelik kutsal bir eylem olarak gördükleri böyle bir düğün merasimini hukuk engeline çarptırarak insanları daha fazla mağdur etmekten kim ne fayda elde edecektir?  Elbette ki küçük yaştaki kızların evlendirilmesi ve henüz hayatın gerçeklerini tanımayan bu yavrularımızı evlilik gibi ağır bir sorumluluğun içine atmak mantıklı değil. Ancak toplumun gerçeklerini göz ardı ederek onları ikinci kez mağdur etmek de çıkar yol değil. Olması gereken, hakim onayıyla yapılacak evlilik yaşını 15 yaşa indirmek yani 15 yaşı bitirip 16’dan gün alan gençlerin pek mühim nedenler varsa hukuken evlenmelerinin yolunu açmak. Tecrübeli yargıçlarımız elbette her somut olayı irdeleyecek ve gerektiğinde bu yetkiyi kullanacaklardır.”
 
“BİR DİĞER ÇÖZÜM YOLU BU DURUMU YARGININ TERAZİSİ İLE ÇÖZMEK”
 
Paylaştığı görüşlerinde bir diğer çözüm yolunun da bu durumu yargının terazisi ile çözmek olduğunu kaydeden Daştan; “Zira kanunlar genel durumu düzenler. Ancak pek çok kanun maddesi somut olarak nice mağduriyetler ortaya çıkabiliyor. Bunu önlemenin yolu yargıya geniş bir takdir hakkı sunmak. Yani mahkemeler her eylemin somut özelliğine bakarak tarafların gerçekten bilgisizlik sonucu mu yoksa başka bir nedenle mi bu eylemi gerçekleştirdiklerinin tespitini yaparak gerçek mağdurları ayıklamak.Bir başka ifade ile bunun bir kanunla değil mahkemeler ve Yargıtay’a işi bırakarak gerçekten bilgisizlik sonucu bu eylemi işleyenlerle suç iradesiyle bu fiili işleyenlerin adalet terazisinde ölçülmesidir. Ancak gelinen noktada artık adaletin bu haliyle geriye işlemeyeceği anlaşıldığından sınırlı bir kanun değişikliği ile bu mağduriyetin giderilmesi yerinde olacaktır. Lakin bunu aceleyle değil tartışılarak ve yeni mağduriyetlerin oluşmasını engelleyecek ve bu tür ilişkileri meşrulaştırıyor algısına dönüştürmeksizin gerçekleştirilmesi gerekir. Medeni kanuna bakalım; A. Ehliyetin koşulları I. Yaş Madde 124- Erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir. Medeni kanunumuz olağanüstü şartlar halinde ancak 16 yaşını doldurmuş bir kişinin evlenmesine hakim tarafından karar verilebilir diyor. Erkek kız fark etmez herkes için durum budur. 15 yaşını doldurmayan bir insana yapılan her türlü cinsel eylem iradenin yokluğu karinesi ile suç sayılıyor. 15 yaşını doldurmuş bir insanın olağanüstü durumlarda kızın fiziki gelişimi nüfusa küçük yazdırılması sağlık sorunları vs. gibi nedenlerle hakime tanınan yetkiyi artırmak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında yapılacak bir değişiklik ceza kanununa da aykırılık teşkil etmeyecektir. Zira başta kanunen vermediğiniz yetki daha sonra toplum için daha zararlı hale gelebiliyor. Evlenme vuku bulduktan sonra artık kızın özgür iradesinden bahsedilemez. Ancak yargıca bu yetkiyi tanıdığımızda yargıç evlenecek kız veya erkeğe evliğin getirdiği sorumlulukları anlatmak suretiyle onların olası pişmanlıklarının önüne geçmiş oluruz. Gelelim konumuza. Mağduriyet var mı var. Bu konuda kimsenin tereddüdü yok. Pek çok aile bu erken yaşta evliğinin suç olduğunu bilmeden bu işe girişiyor. Kanun samanlığına dönen ülkemizde köydeki insanların her türlü kanundan haberdar olmasını beklemek gerçekle bağdaşmıyor. Esasen kanun koyucu bu sorunu öngörmüş ve bir çözüm yolu olarak TCK ya bir madde ilave etmiş. Hata Madde 30- …(4) (Ek fıkra: 29/6/2005 – 5377/4 md.) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz. Ancak uygulamada mahkemelerden çok farklı kararlar çıktığına tanık oluyoruz. Benim de içinde bulunduğum ağır ceza davalarının pek çoğunda bu maddeyi işleterek sanıkları beraat ettirdiğimiz pek çok dava vardır. Ancak aynı nitelikteki pek çok davada hakimlerin kendi düşünce yapıları ve olaya bakışları nedeniyle ceza verdiklerine de tanık oluyor. Yargıtay her iki tür karar için de onama yapmıştır. Yani mahkemenin takdirine karışmamaktadır. Bu durumda ortaya pek çok sorun çıkmaktadır.
1. Kanun yapma tekniğindeki noksanlıklar.
2. Yargıdaki bütünlük ve istikrar sorunu.
3. Pusuya yatarak ayağı seken bağcıyı dövmeye çalışan eleştiri kültürümüz. 
Demokrasi ile yönetiliyoruz. Elbette ki siyasi iktidar halkın taleplerini ve mağduriyetlerini gözetmek ve bunları gidermek zorundadır. Bu tabloda yüzlerce mağduriyet vardır. Taraflar evlenmişler düğün dernek yapmışlar ve tüm köy bu düğüne katılmış. Tarafların çocukları bile olmuş. Olay adliyeye intikal edince erkek cezaevine gönderiliyor kız ise arkada kucağında çocukla mağdur olmuş durumda. Aslında bunun tersi de mümkün. Sanık kız, mağdur erkek de olabilir. Bu mağduriyetleri elbette gidermek gerek. Zaten kanunun tek akla yatkın tarafı bilgisizliği bir defaya mahsus tolere ederek bunun bir kereye mahsus olarak düzenlenmiş halidir. Yani artık bu durum öğrenilsin ve artık kimse 16 yaşın altındaki kızları evlendirmesin mantığıdır. Şayet kanun bu durumu sürekli hale getirmiş olsaydı o vakit tecavüzün meşrulaştırılması iddiası akla gelebilirdi. Yargıdaki bütünlük bozulduğu için bu kanunun uygulama sorunu ortaya çıktı. Ancak durum öyle bir hal aldı ki bu durumda gerçekten evlilik amacıyla olmayan ilişkilerden de tarafların istifade edebileceği noktaya geldi” dedi. ÖZEL HABER:KAAN AKBAŞ