Hakim Daştan: 'Yargıda gördüğüm yüzlerce sorunu bakanlığa bildirdim'

Kayseri Asliye Ceza Hakimi Necati Daştan ile yargının önündeki engeller ve adaletin tesis edilemeyişinin nedenleri ve çözümleri hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Hakim Daştan: 'Yargıda gördüğüm yüzlerce sorunu bakanlığa bildirdim'

Yargının önünde pek çok engelin bulunduğunu ifade eden ve mesleğe başladığı 2002 yılından bu yana gördüğü her sorunu bir kenara not ettiğini söyleyen Asliye Ceza Hakimi Daştan, “Bugüne kadar yargıda yaşayarak gördüğüm yüzlerce sorunu ve aksamaların sebeplerini Adalet Bakanlığı’na HSYK’ya ve TBMM’ ye bildirdim” dedi.

MESLEĞE BAŞLADIĞINIZ ANDAN BU GÜNE KADAR YARGIDA NE TÜR SORUNLAR YAŞADINIZ, NELER GÖRDÜNÜZ, BUNLAR KARŞISINDA NELER YAPTINIZ?
“yargının eli kolu kısmen bağlı”
 
Mesleğe başladığımız 2002 tarihinden itibaren bir müddet meslekteki acemilik nedeniyle sistemin nasıl işlediğini öğrenmeye çalışıyorduk, sistemi tanımaya ve ona adapte olmaya çalışıyorduk. Sistemin nasıl işlediğini kavrayıp öğrendikten sonra özellikle Ordu’ya tayin olduğum 2006 yılından itibaren meslekte çok büyük sıkıntılar, sorunlar, eksiklikler, hantallıklar olduğunu fark ettim. Zira bu gemi bizi adalet ülkesine götürmüyordu. Bu sistem ihtiyaçlara cevap vermiyordu. Bu sistem akan gözyaşlarını dindirmiyor ve dertlere çare olmuyordu. Bu arada beni en çok üzen bir şey vardı. İlgisizlik ümitsizlik ve kayıtsızlık. Bir çoğu bana; “Kardeşim! Bu sistem düzelmez kendini yorma” derken bir çoğu; “Bana ne sistemin körlüğünden. Ben işime bakar geçerim” tınısındaydı. Peki bu düşünceye sahip meslek mensupları ile bu sistem nasıl ayağa kalkacaktı. Aylarca bu soruyu kendime sordum. Sonra Sezai Karakoç’un bir sözü aklıma geldi. Diyor ki Karakoç; “Tarihteki büyük olaylar sadece bir kişinin ayağa kalkmasıyla başlamıştır.” Ben tek başıma da kalsam nefesim yettiği kadar Rabbimin bana verdiği ömür kadar adalet için çalışacak ve sesimi yükselteceğim. 
Yaşanan tüm bu sorunların bir kısmının hakim savcılardan, bir kısmının mevzuattan kaynaklandığını, bir kısmının yargının üst kademesindeki idarecilerden kaynaklandığını ve bir kısmının ise yargı personelinin yetersizliğinden, avukatlardan ve sistemin yan kuruluşlarından (adli tıp, kolluk, bilirkişilik vesaire) kaynaklandığını fark ettim. Benim özellikle yapmak istediğim öncelikle yargıya ayak bağı olan ve yargının huzur içinde çalışmasını engelleyen arızalara işaret etmek ve bunların düzeltilmesine katkı sağlamak. Zira mevzuat ve yargının dışındaki kurum ve kuruluşlardaki eksikliğe ve taraflardaki aksaklıklara bizim müdahale şansımız yok. Bunları sadece dile getirebiliriz ama biz yargının kendi işleyişindeki ve kendi mevzuatındaki eksiklikleri giderebilirsek, bakanlığın idari tasarruflarındaki hataları giderebilirsek karınca misali de olsa bir müddet yol alacağımızı tasavvur ederek önerilerimi rapor etmeye başladım. Daha önceleri bunları hukukçuların iç yazışma sitelerinde dile getiriyor ve meslektaşlarımın da dikkatine sunarak farkındalık oluşturuyordum. Lakin tartışma üslubunun çok kötü bir noktaya geldiğini görünce buralardan uzaklaşmak  zorunda kaldım. Daha etkili olduğunu düşündüğüm işin mecrasına gönderiyorum. Gönderdiğim öneri ve raporlar belki yüzlerce oldu, sayısını bilmiyorum. Gördüğüm her türlü eksikliği, her türlü sıkıntıyı kayıt altına almaya gayret ediyorum. Örneğin Kamu görevlisine yapılan saldırı suçunda tutuklama yasağı getirilmesinin doğuracağı sıkıntıları ilk önce fark ederek bunu bakanlığa ileten benim. Lakin sorunun hala iyi anlaşılamadığını düşünüyorum. Bu nedenle bugün için  sorun hala çözülmüş değil.

“adalete dair endişelerim var”

Davalar neden uzuyor, davalar neden insanların beklentilerine cevap vermiyor, neden husumetler bitmiyor. Mesela  önüme gelen bir olayı anlatayım; iki ailenin oturduğu bir sokak var bu sokakta sadece bir tane araç için park yeri var. Bu iki aile her yıl en 3-4 defa mahkemelik olurlar burası benim, burası benim diye. Yani idare, kaymakamlık, belediye bu sorunu çözmediği müddetçe adliyeye gelen davalar bitmez. Burada yargının eli kolu bağlı. Yargı ne yapıyor, dava açılıyor, davayı sonuçlandırıyor. İkisi de geri adım atmadığı sürece her yıl onlarca kavga ve hakaret davası gırla gidiyor. Adliyeye her yıl 3-4 tane sırf bu nedenden dolayı dava geliyor. Yani yargının bu konulara en azından idari bildirimde bulunarak kaymakamlık veya belediyeye başvurarak yaşanan sorunu kesin olarak bitirecek çözüm yolları bulmasını temin edecek bir uygulama geliştirilebilir. Ancak buradaki park sorunun çözülmesi için yargıya bir yetki verilmemiş. Sistem bu yolu kapatmış. Yani çözümü yargıda olmayan sorunlar yüzünden yargının başı ağrımaya devam ediyor ve işin günah keçisi ise yargı mensupları oluyor. Bu olmadığı için de yargıya gelen davaları azaltamıyoruz. Sonra ne oluyor, ‘yargı sorunları çözmüyor, insanlara adalet dağıtmıyor’ gibi yargıya yönelik haksız serzenişleri çokça duyar oluyoruz. Yanlış anlaşılmasın bu cümleyi yargıya yönelik en ağır eleştirileri yapmış bir yargı mensubu olarak kurduğum göz ardı edilmesin. Burada yargının bir kabahati var mı? Sokakta bir tane park yeri koymuş belediye, iki tane aile var ne olacak? Bunu idare çözebilir. Nasıl çözebilir belediye, orayı kamulaştırır kiraya verir. Buraya kim aracını park ediyorsa ondan otopark ücreti alır. İhaleye gider, sorun çözülür.
 
SİZCE YARGININ SORUNLARI VE ELİNİ KOLUNU BAĞLAYAN SEBEPLER NELERDİR?
“tebligatlar sorunu çözülürse yargının hızı 3’te 1 oranında artar”

Yargının sorunları adına konuşabileceğimiz pek çok sorun var. Lakin bunları teker teker anlatabilirsek çözüme daha yakın bir iş yapmış oluruz sanırım. Örneğin şu anda tebligat hukuku ile ilgili bir araştırma yapıyorum. Tebligatımız o kadar sorunlu ki, bazı posta memurlarımız fazlasıyla özensiz. Bunların bir çoğu görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle yargılanıp ceza alıyor. Kanun ve mevzuata uygun olarak görevini yapmadan taraflarını bulmadan, gelişigüzel tebligatlar yaparak insanları mağdur ediyorlar. Örneğin adam köyde ikamet ediyor, postacı şehir merkezinde o köylünün oturduğu kahveyi buluyor oradan rast gele bir insana tebligat yapıyor. Bazen bir köyün muhtarı diye başka bir adamın imzasına tebligat yapılabiliyor. Bu şekilde adamın hayatı kayıyor. Yani, tebligat durumumuz başlı başına bir sorun. Bu konuda daha önce şöyle bir öneride bulunmuştum. Tebligatı daha  hızlı hale getirebiliriz. Örneğin kendi birimimiz olmuş olsa. PTT’nin bir ayda yapamadığı tebligatı bir haftada  yapabiliriz. Adalet Bakanlığı’na; ‘ya yargı bünyesinde bir tebligat merkezi kuralım, burada belli sayıda adli tebligat memurumuz olsun, tebligatları kendi personelimiz yapsın, postaneye göndermeyelim, ya da PTT ile bir anlaşma yapalım, adli tebligatlar için ayrı bir birim oluşturalım. Yani normal alelade bir tebligat ile adli tebliğler aynı postacının elinden ve aynı usulle dağıtılmasın.’ Zira memur bu şekilde adli tebligata aynı özeni göstermiyor. Tümünü aynı kategoride değerlendiriyor. Olmaz. Bu işin ciddiyetle yapılması gerekiyor. Tebligatlar ki bizim davaların süresini ne kadar etkiliyor. Biz tebligat sorununu çözebilirsek yargıdaki hızı belki 3’te 1 oranında artırmış olacağız. Lakin adaletin sadece hızlı olması yeterli mi? Değil!
 
“meslektaşların yetişmesinde sorunlar var”
 
Yargının bir başka sorunu ise özellikle genç meslektaşların yetişmesinde göze çarpıyor. Biz Adalet Bakanlığı’na hakim savcı yardımcılığı müessesinin getirilmesini önerdik. Çünkü bu mevcut sistemde hakimlerin, savcıların gerçekten yetişip, konuya vakıf olmaları  çok uzun yıllar alıyor. Benim önerim en az 3 yıl hakim savcı yardımcılığı. Bir adayın yetişmesinden bir hakim sorumlu olmalı. Mevcut sistemde sorumluluk dağıldığı için verimi de tespit etmek güç. Hakimler, savcılar bizim yanımızda usta-çırak ilişkisi içerisinde eksikliklerini görerek, bizim de onların gelişme süreçlerini takip ederek yetişmelerini temin etmek son derece isabetli olacak. Onlar 3 yıl içerisinde hem imza yetkisine haiz olacaklar, hakimin izinli olduğu günlerde tüm yargılama faaliyetlerine katılacaklar ve ehil olarak görev alacaklar. Elbette yardımcının mesleki gelişimini oranında bir imza yetkilendirilmesi yapılabilir. Yani 3 aylık bir yardımcı ile 3 yıllık bir yardımcının yetkileri bir olmamalı. Bu önerim gerçekleşir mi onu bilemiyorum.
 
“bıçağı bacağına soksan daha iyi idi!”
 
Kanunda bir çok eksikliğimiz var. Örneğin ceza kanunumuzdan bir örnek vereyim. Bir adam birini bıçakla yaralasın, yani bacağına bıçağı soksun. Alacağı ceza 3 bin 600 Lira olabilir alt sınırdan söylüyorum eğer hakim para cezası tatbik ederse. Ama bu bıçağı sokmasın, sadece  göstererek tehdit etsin. Yani bak bu bıçağı sana saplarım seni  bıçaklarım desin, alacağı ceza 2 yıl. Yani şöyle bir mantık çıkıyor ortaya. Bıçağı gösteren adama kanun diyor ki bıçağı soksaydın daha az ceza alırdın! Böyle bir mantık, böyle bir hukuk düzeni olamaz. Biz bunları uygulamada, bizatihi yaşayıp gördüğümüz için rahatsız oluyoruz. Tabi bunun çözüm yeri biz değiliz. Bizim önümüze kanunu koymuşlar. Biz bu kanunu uygulamakla yükümlüyüz. Adalete uygun olmasa bile. Ama bunlar beni rahatsız ettiği için bakanlığa bildiriyorum. Şöyle bir örnek daha vereyim. Bizim HAGB denen bir sistemimiz var. Sürekli sanığı arıyoruz. Yani çağırıyoruz, karar veriyoruz, sanığa diyoruz ki bak hakkında hapis cezası var, 5 yıl boyunca suç işleme. Gönderiyoruz. Adam bir daha suç işliyor, kesinleşiyor. Biz adamı bir daha çağırıyoruz. Bazen adam yurt dışına gitmiş oluyor. Dava elimizde yıllarca bekliyor. Zira adamın savunmasını almamdan karar veremiyoruz. Düşünün adamın savunmasını almışsınız karar vermişsiniz bir şans daha veriyorsunuz adam kaçıyor ve siz karar veremiyorsunuz. Adamı bulamadığınız için. Yani bir daha çağırıyoruz, ne oluyor tebligatlarımız şişiyor. Kanunun çıkaranlar işin bu boyutunu düşünmüyorlar. Normalde biz bu adama iki kere tebligat yapmamız gerekirken, yani bir duruşmaya çağırmamız bir de kararı tebliğ etmemiz gerekirken, yanlış bir kurgulama yüzünden tebligat sayımız artıyor. Postacıların iş yükü artıyor, tıkanıyor. Biz farkında değiliz. Yani sistem bunu sadeleştirebilir. Ya kardeşim, sen ikinci bir suç işlediğin zaman, mahkeme seni dinlemek zorunda değil. Senin kararını doğrudan devreye sokarım. Yahut elektronik iletişim araçları çok yaygınlaştı. Şu an cep telefonu olmayan bir insan yok. Bunlar değerlendirilebilir. Yani sistem sanığı bir kez bulmuşsa ondan sonra onu arama endişesinde olmamalı. Sanığa kendi dosyasını takip etme zorunluluğunda hissettiren bir sistem getirilmeli. Bu çok zor değil. Benim aklıma bir takım öneriler geliyor ama henüz ham olduğu için burada paylaşmak istemiyorum. Sanığın  kendisi  dosyayı takip etmeli ve adalete yardımcı olmalı. Olmuyorsa bunun cezasını neden mağdurlar çeksin ki.

“kanun koyucular sisteme ne gibi hantallıklar getirdiğinin farkında değil” 

Kanun koyucular uygulamayı bilmedikleri, sisteme ne gibi hantallıklar getirdiklerinin farkında olmadıkları için böyle düzenleme yapıyorlar, tabi alttakilerin canı çıkıyor. Adliye personeli iş yükünden boğuluyor. Yapacak bir şey yok.  Bu, neye sebebiyet veriyor, bir posta memuru atıyorum bir yılda bin tane tebligat yapması gerekirken, 10 bin tane tebligat yapıyor. Tebligata da bu gözle bakıyor. Gelişigüzel yapıyor.  Ne oluyor, bir çoğu yargılanıyor, ceza alıyor. Bu bizi de üzüyor. Bunların ceza alması bizim istediğimiz bir şey değil. Bunlara çok iyi eğitim verilmesi ve çok iyi denetim yapılması gerekiyor. Adli tebligatlara özenle dikkat etmeleri gerekiyor. 

Sistemin tıkanma noktalarını açacak bir birimimizin olması gerekiyor. Yani mesela adliyede bir tıkanma var ama doğrudan bu sorunu çözecek yahut çözecek bir mercii harekete geçirecek ulaşacağımız bir makam  yok. Örneğin bir hakim, komisyon ile personel konusunda  anlaşmazlığa düşsün. Sorunu çözemiyorsunuz. Sorunu  bakanlığa iletiyorsunuz sonuç alamıyorsunuz. Hakim haklı dahi olsa merkez komisyon başkanından yana insiyatif kullanıyor. Geçmiş dönemde ben bunu bizzat yaşadım. Ordu adliyesinde yaşadım. Yetkilendirme ve personel sorununda yaşadım. HSYK duruma şöyle bakıyor. Ben oraya bir komisyon başkanı atadım. Bu adam diğerlerinden daha üstün olmalı. Aksi halde ben tercihimi ondan yana kullanırdım diye düşünüyor. Aynen askerlikteki. gibi. Askerde bir üsteğmen vardı. Bir konuda yanlış yaptıklarını söyledim. Bana verdiği cevap aynen şu. Bak çavuş sen iyi bilseydin bu rütbeyi  sana takarlardı ben daha iyi biliyorum ki bana takmışlar diyordu. Mantık aynı değişen bir şey yok. Arada kişisel husumetler nedeniyle ezilen vatandaş ve kaybolan adalet oluyor ama biz fakında olamıyoruz. Adliyenin başsavcılık makamı bu tür sorunları çözecek merci değil. Böyle bir sorunu çözecek tahkim-hakem gibi bir ara merciimiz yok. Tahkim kurulu hakim savcılardan demokratik usulle  seçilmeli. Komisyonla bir hakim arasında veya bir savcı ile başsavcı arasında bir sıkıntı doğduğunda tahkim kurulu bu sorunu çözebilmeli. Herkesin sorununu çözen hakimler kendi iç sorunlarını çözemiyorsa inandırıcı olamazlar. Bunların Ankara’ya aksettirilmeden çözülmesi yerinde olur. Yahut komisyonun hakim üyesinin en azından seçimle gelmesi gerekir. Sistem, hangi hakimin adaleti tesis ettiği veya adalete yaklaştığı, hangisinin adaletten uzaklaştırdığının tespitini yapmaktan yoksun. Yani adaleti ölçen bir adalet-metremiz yok. Bu haliyle denetlenmeyen sistem sos vermeye devam ediyor. Şöyle somutlaştıralım İki ayrı mahkemeye yılda bin dosya gelmiş olsun. B mahkemesinin taraflarından sadece yüzde 5’i  bir sonraki yıl mahkemeye gelirken A mahkemesinin tarafları veya sanıklarının yüzde 10-15  bir sonraki yıl tekrar sanık oluyor veya suç işliyorsa. Burada bir sorun olabileceği düşünülmeli ve detaylı bir inceleme yapılmalı bunu anlatmaya çalışıyorum. İnsanları adaletten ümitsiz bir hale getirmeye kimsenin hakkı olamaz. Adaleti yavaşlatan hantallaştıran veya adil kararlar çıkmasını engellen bu gibi sorunların Ankara’ya daha etkili ulaştırılması gerekiyor. Bu ve bunu gibi sorunlar sivil toplum örgütleri, basın kanalıyla gündeme getirilebilir. Yargının neden yavaş işlediği, insanları memnun etmediği hususunda çözüm bulunabilir. Bakın bugün mahkemelerin verdiği kararların yüzde 60’ı Yargıtay’da düzeltiliyor veya bozuluyor. Bu ne demek, kararların yüzde 60’ı kesin olarak doğru ve isabetli değil demek. Bu bir sistemsel arızadır ve acilen çözülmesi gerekir. Düşünün bu iş sağlıkta olsa hastaların yüzde 60’ına yanlış tedavi uyguluyoruz demek olur bu.
 
PEKİ BU TÜR SORUNLAR KARŞISINDA NE TÜR ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİZ OLDU?
“ ‘adaletin önündeki barikatlar’ konulu bir  panel yapılsın istedim”
 
Ben Baro’ya ve avukat meslektaşlara bir teklifte bulunmuştum. Kayseri’de bir seminer yapalım 3 günlük. Hukuk profesörlerini, avukatları, hakim savcıları, hukukçu milletvekillerini çağıralım. ‘Adaletin önündeki barikatlar’ isimli bir panelde buluşalım. Basını çağıralım. Burada görüşlerimizi dile getirelim. Yargı neden yavaş işliyor diye. O ortamda avukatlar da olacak, hakimler de olacak, akademisyenler, milletvekilleri ve basın mensupları da olacak ve tartışılacak. Ve toplantı sonunda 10 maddelik bir bildirge yayınlayalım yani adaletin önündeki engeller şunlar bunlar diye ilan edelim. Kayseri ölçeğinde de olsa daha sonra devamı ulusal çapta bir seminer haline de getirilebilir bu. Ankara’da bunun devamı yapılabilir ama ben ilk başta bunun Kayseri’de olmasını önerdim. Çünkü Ankara dışındaki bir toplantı daha özgür daha sivil bir toplantı olur düşüncesindeyim. Umarım bir gün bunu yapan biri çıkar.  Yani sorunu işin mutfağındaki insanlardan dinlesinler. Bir başka ifade ile bir hakim adaletteki gecikmelerin, sıkıntıların önündeki engellerin ne olduğunu söylüyorsa buna bir dikkat edelim. Ha o sıkıntılar giderildikten sonra da memnuniyetsizlikler sürüyorsa o zaman bize suç bulun. Siz bizim eksikliklerimizi gidermemişsiniz. Dinlememişsiniz. Bizi suçluyorsunuz. Bu yanlış olur. Ben bunun yanında bu konuda yargı şurası da düzenlenmesini istedim. Yani Milli Eğitim Bakanlığı nasıl 5 yılda bir eğitim şurası düzenliyor. Biz de 3 yılda bir yargı şurası düzenleyelim dedim. Burada AB’den hukuk yetkilileri, profesörleri, baro temsilcileri, adliyeden hakim savcılar, siyasetçi hukukçular, sivil toplum örgütleri ve basın mensuplarının katılımıyla yargı şurası düzenlenebilir. Eksiklikler görülür, ona göre adımlar atılır. Ne oluyor bu yapılmadığı için, bir kanun yapıyoruz, 1 ay sonra kanunun ihtiyaca cevap vermediği görüldüğü için kanunu değiştirmeye çalışıyoruz. Bu konuda şu örneği vereyim, tutuklama yasağı getirildi 2 yıldan aşağı olan suçlarla ilgili. Ben kanun çıktıktan 2 ay sonra bir şeyi fark ettim. Baktım ki, örneğin bir törende bir valiye, başsavcıya, bir bakana hakaret edilse, bir saldırsa tutuklayamıyorsun. Derhal Meclis Başkanlığı’nı, Adalet Bakanlığı’nı uyardım bu kanunda sıkıntı var, yarın bir gün bir bürokrata bir bakana saldırı olursa eylem tutuklama kapsamı dışında. En azından adliye içerisinde bir hakime saldırı olursa tutuklayamıyoruz. Biz böyle adalet dağıtamayız dedim. Nitekim ben bu öneride bulunduktan iki ay sonra maalesef bir bakanımız saldırıya uğradı. Yapacak bir şey yok. Kanun belli. Bu kanunun eksikliği ortaya çıkmış oldu. Yani şunu anlatmak istiyorum. Uygulayıcılara ve özellikle bu işin derdini sahiplenenlere sormadığınız sürece kanunun ne getireceğini bilemiyorsunuz. Yani siz bir fabrikada orayı hiç görmemişsiniz, orasıyla ilgili  bir kural getiriyorsunuz işçiler buna uysun diye. Sorunsuz uygulanması imkansız bir şey. Nasıl uygulanabilir oluşunu yerinde görmeniz gerekiyor.

“Türkiye’de kanun yapma sorunumuz var” 

Türkiye’de maalesef kanun yapma sorunumuz var. Bunun bir sebebini ben hukukçu sosyologların olmayışına bağlıyorum. Türkiye’de hukukçu sosyolog sayısı çok az. Bu nedenle kanunlarımız temelsiz, eksik, ihtiyaçlara cevap vermiyor. Bakanlığın, hukukçu sosyologların sayısını artırmak için, sosyoloji bölümünde yüksek lisans ve doktora yapmasının teşvik etmesi gerektiğini düşünüyorum.

“bazı önerilerime içten samimi cevaplar veriliyor, bunlar da benim şevkimi artırıyor”

Mesela en son bakanlığa gönderdiğim öneriye sağ olsunlar ayrıntılı ve samimi bir cevap verdiler. Önerim de şuydu. Her davada biz bazı işlemler yapıyoruz. Mesela emniyetten alkollü araç kullananlar için sanığın ceza bilgilerini istiyoruz. Bu bir dosyaya giriyor. Ama bu adamın atıyorum 10 tane davası varsa, 10 mahkeme emniyete bunu yazıyor tebligat işlemlerini, evrakları düşünün. Bazı evrakları, bazı belgeleri UYAP sistemine kaydedelim. Mesela benim bir defa aldığım akıl raporu, adam akıl hastasıdır. Cezai ehliyeti yoktur. Ben bunu UYAP sistemine yüklediğim anda bunu bütün mahkemeler görebilmelidir. Bu adamı tekrar hastaneye yatırıp tekrar rapor almaya gerek yoktur. Düşünün bu adamın 10 tane suçu varsa, şu anki uygulamada eğer diğer dosyadan haberi yoksa 10 tane mahkeme bunu hastaneye gönderiyor, adli dengesi yerinde mi değil mi şeklinde rapor alıyor, öyle karar veriyor. Ne kadar işlerimizi ağırlaştırıyor. Buna sağ olsunlar bakanlıktan cevap verdiler. Böyle bir sistemin geliştirildiğini, bir benzerinin de, bir takım belge ve bilgilerin de UYAP’ta bulunduğunu, yakında bunun da geliştirilerek hayata geçirileceğini içeren bir de cevap verdiler. RÖPORTAJ: KAAN AKBAŞ