İşte Kayseri yöresi meşhur türkünün dokunaklı hikayesi! - Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun?

Kayseri yöresine ait lezzetler ne kadar damaklarda tat bırakıyorsa şehre ait türküler de bir o kadar akıllarda yer ediniyor. Peki Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun? şarkısının dokunaklı hikayesini hiç duymuş muydunuz? Detaylar Kayseri Anadolu Haber'in Kayseri haberlerinde...

İşte Kayseri yöresi meşhur türkünün dokunaklı hikayesi! - Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun?

Kayseri'nin meşhur Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun? türküsü, 1929 yılında yaşanan bir aşkın hasrete dönüşümünden doğdu. Büyük Bürüngüz köyünde yaşayan Güllü, İstanbul'a çalışmaya giden kocası Fötür Ali'den haber alamayınca hastalanarak yanık yanık ağıtlar yakmaya başlar ve ‘Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun?' diye bağırır. İşte duygu dolu o hikaye….

Güz güneşi sarı sarı ikindi vakti uzaklardaki mor dağların ardınan süzülürken, Gül kız elinde su testisi ile köyün çeşme başında, sıraya girmiş kızlar arasındadır. Dudaklar gül kırmızı, ten bembeyaz, endamı ve yürüyüşüyle herkesi büyüleyen Gül kıza herkes Güllü der.

Kayserinin her köşesinden şarıl şarıl çeşmelerin aktığı sokaklarıdan İvriz’in sularının adeta her kapıdan hatır alır gibi şarıl şarıl dolaştığı, yemyeşil ağaçlarından gökyüzünün kaybolduğu, kışın sıcacık yazın ise buz gibi taştan evleri ile ‘Büyük Bürüngüz’ köyü...

Köyün en yakışıklı genci ise, Fötür Ali… Gençti, yakışıklıydı ama hafif eğik taktığı fötr şapkasını da yetkin büyükler gibi hiç başından eksik etmezdi lakabı da buradan gelirdi.

Tıpkı fötr şapkası gibi... Bir elinde otuzüçlük tespihi bir belinde köstekli saati hiç eksik olmazdı. Bunlar yoksa havası da olmazdı. Hele ceketi bir de attı mı omuzuna keten gömlek üstüne;Tam bir filinta.. Zamanında Fatma Hanım’ın onarımını üstlendiği büyük Meydan Çeşmesi’nde başlamıştı Güllü ile Fötür Ali’nin destansı aşkları...

Evlilikleri de bu kutsal aşk üzerineydi; Herşeyin de üstündeydi. Sevdaydı nefesleri, Hayattı sevgileri. Genç yaşta yapılan bu evliliğin meyveleri de erken olur Önce Kerîman doğar ilk gözağrısı, nur yüzlüsü. Sonra Nesibe... Ardından da bir arslan parçası; Ahmet… Nihayetinde ise prensesler gibi bir kız daha, Hanife... Sıra sıra tam dört çocuk. Büyük Bürüngüz’ün ismi büyüktü lakin kendisi küçüktü.

Zordu geçim Bürüngüz’de tüm bereketli topraklarına, şarıl şarıl akan sularına rağmen. Köyün tüm erkekleri yaşları ve zamanı gelince geçim için, çalışmak için, üç kuruş para için İstanbul’a giderlerdi...

İnşaatlar meskenleriydi, alın terleri, ekmek tekneleriydi. Zaten köyden ya taş ustası çıkardı ya da sıvacı ... Fötür Ali de bir yakın arkadaşı ile İstanbul’un yolunu tutar, adet üzere zamanı gelince...

Gurbet… Ayrılık... Hasret... Güllü ve Fötür Ali için hiç alışmadıkları duygulardı. Yaşadıkları tek hasretlik köyün bir ucundan ancak bir diğer ucu kadardı. Geride, dünyalar güzeli Güllü'sünü bırakmak... Dört ciğerpâresini bırakıp gitmek ne de zordu Fötür Ali için..?

Hem kolay da değildi gitmek öyle İstanbul'a... Gidince de kalınırdı epey oralarda. Eğer binbir zahmetler içinde didinirlerse, dişleri ile tırnakları ile kazınırlarsa, olurdu “taşı” İstanbul’un “altın”!..  Günler, aylar böyle geçmeye başlar... Onunla gidenler ise çoktan dönmeye başlar... Lâkin Fötür Ali’den hiç bir haber yoktur…

Güllü için hasretlik aşılmaz dağ olur. Haber alamamak ölümden beter olur. Dört yavrusu bile avutamaz; İnce hastalıktan beter  bu hasretlik acısını, hasretliğin yüreğini kor gibi dağlamasını... Bağrı yana yana tam yedi yıl olur... Karşılıksız mektuplar kızılcık şerbeti olur... Her satırı özlem iken sanki zehir olur... Oralar  mesken diye niye tutulur..?

Hem köy yerinde, “Kocan İstanbul’da başkasını buldu” diye dedikodular da dolanmaya başlamıştır artık…

Bunlara inanmasa da güzeller güzeli Güllü’nün içine bir ateş daha düşmüştür artık...

Bir gece rüyasında kocasını güzel kadınlar arasında pek de keyifli görür...

Kan ter içinde uyanır, başından aşağı kaynar sular dökülür.

Çocukluğundan beri çektiği astım nöbetine rağmen,başlar yanık yanık ağıtlar yakmaya, hıçkırıklar içinde içli içli çığırmaya;

Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun

Gördün güzelleri beni unuttun,

Sılaya dönmeye yemin mi ettin;

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Mektuba yazacak sözüm  

kalmadı...

Yârim sen gideli yedi yıl oldu,

Diktiğin fidanlar meyveyle  doldu,

Seninle gidenler sılaya döndü;

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Mektuba yazacak sözüm kalmadı…

Yârimin giydiği ketenden gömlek,

Yoğumuş dünyada öksüze gülmek,

Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek;

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Mektuba yazacak sözüm kalmadı…

İğde çiçek açmış dallar götürmez,

Dağlar diken olmuş kervân oturmaz,

Benim bağrım yufka sitem götürmez;

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Mektuba yazacak sözüm kalmadı...

Bu İstanbul nice evleri yıktı,

Ayrılık ateşi bağrımı yaktı,

Güzel vatanının suyu mu çıktı ?

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Komşulara bakacak yüzüm kalmadı...

Yârim İstanbul’da selvi, söğütsün,

Şeklini unuttum, nasıl yiğitsin,

Seninle gidenler oğlan büyütsün,

Gâyrı dayanacak özüm kalmadı,

Komşuya varacak yüzüm kalmadı.

Derleyen: Ahmet Gazi Ayhan