Türkiye, bölgesel güç olmanın ötesine geçecek

Dış Politika Uzmanı ve Stratejist Orhan Türkmenoğlu, Türkiye'nin Dış Politikası ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gazetemize dış politika konusunda görüşlerini aktaran Dış Politika Uzmanı ve Stratejist Türkmenoğlu 'Türkiye bölgesel güç olmanın ötesine geçmek istiyor, global güç olma rolünü gerçekleştirmeye çalışıyor' dedi.

Türkiye, bölgesel güç olmanın ötesine geçecek

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASINI NASIL BULUYORSUNUZ, SİZCE BAŞARILI MI?

Dış politikada başarı veya başarısızlık bir günde, bir gecede ya da kısa sürede belirlenecek bir unsur değildir. Ne bir gecede kazanırsınız, ne de bir gecede kaybedersiniz. Bu uzun soluklu bir yarıştır. Mevcut dış politika dediğimiz zaman Ortadoğu arasında, Kafkaslarda, Orta Asya’da, Balkanlarda Türkiye’nin yaptığı açılımları alt alta, üst üste koyduğunuz zaman tahmin ediyorum, bu benim kişisel öngörüm; bunların meyvesi 2020’den sonra hissedilmeye başlayacak, çünkü tarihsel süreç içerisinde yaşadığınız ve gördüğünüz hadiseleri bugünün şartlarında çok iyi değerlendiremeyebilirsiniz. Üzerinde belli bir zaman geçtikten sonra, tarihi geriden okumaya başladığınızda o dönemin yöneticilerinin neyi eksik, neyi fazla yaptığını daha iyi görebileceksiniz. Bugün bizim başarısızlık olarak addedebileceğimiz bazı hususların birkaç yıl içerisinde Türk Dış Politikası’nda yapılan işlerin ne kadar doğru olduğunu bize gösterecektir. Bugün biz, 1960 ihtilâlini eğer eleştirebiliyorsak o günün şartlarını çok daha iyi değerlendirebildiğimiz içindir. O yüzden bulunduğumuz atmosferin dışına çıkabilsek, bugünkü Türk Dış Politikası’nı çok daha iyi, çok daha net değerlendirebiliriz. Bu anlamda başarı veya başarısızlık göreceli bir kavram fakat daha geniş anlamda şunu görmek lazım; Türk insanının yaşam kalitesi artıyor mu artmıyor mu, bu bir, ikincisi; dünyadaki etkinliğiniz, diğer ülkeler, sizinle olan ilişkileri ne derece önemli, şu son 3 ayda Türkiye’ye gelen uluslararası ziyaretçileri şöyle bir tarihsel, kronolojik sıraya koyun,  bu size bir mesaj verecektir. Bir de uluslararası kurumlardaki itibarınız, sizin dış politikanızın ne kadar, doğru ne kadar yanlış, eğrisiyle doğrusuyla, hangi parametrelerde, hangi  sınırlar içerisinde olduğunu gösterecek ciddi göstergelerden birisidir.  Bence daha kestirme bir cevap vermek gerekirse özellikle yaşadığımız coğrafyada bölgesine müdahil, bölgesinde olanlara proaktif yaklaşan, bekle gör politikasını bırakmış, bir Türkiye’nin kendi halkına daha iyi bir gelecek vaat etmesi adına bir kazanımları olduğu kanaatindeyim.

Global anlamda Türkiye bölgesel bir güç olmanın ötesine geçmeyi istiyor. Bunu yapabilmesi için de mevcut bulunduğuz coğrafyada hakim güç, oyun kurucu, denge unsuru olmanın ötesinde kendi iç dinamiklerinizi, ekonominizi, silahlı kuvvetlerinizi, askeri gücünüzü buna göre dizayn edip, global oyuncu olma yolundaki hedeflerinizde araç olarak kullanmanız gerekiyor. Bunu yapabilmemiz için tabii ki temel unsur halkınızın, vatandaşlarınızın yaşam kalitesini belli bir seviyeye getirmelisiniz. Aksi takdirde bu söylediklerimizin hepsi finansal konular. Finansal konularda kendinizi, bütçenizi rahatlatmadığınız ve rahat bir bütçeyle hareket edemediğiniz sürece dış politikada mutlak surette açmazlara girersiniz. Hareket alanınız daralır.

ORTADOĞU’DAKİ SAVAŞLAR, ÇATIŞMALAR, ANLAŞMAZLIKLAR BİTER Mİ?

Ortadoğu’daki savaşlar, etnik çatışmalar ilanihayi devam edecek değil. Mutlaka bitecektir. Irak özellikle Türkiye’nin arabulucu olduğu, ciddi anlamda da enerji sarf ettiği, Kuzey Irak bölgesel yönetimi ile yeni atanan Abadi hükümeti arasındaki müzakerelerin olumlu sonuçlanması, oradaki enerji anlaşmalarının özellikle Irak Anayasası’ndan kaynaklanan yüzde 17’lik  Kuzey Irak Bölgesel Hükümeti’nin hissesinin vaktinde ödenmesi, Kuzey Irak Hükümeti’nin kendi başına Irak’ın ortak tabi zenginliklerini merkez hükümeti ile paylaşılması hakkındaki mutabakatlar bölgedeki en ciddi kazanımların birisi ve bunun Türkiye’de ciddi anlamda etkileri olacaktır. Çünkü bu süreci yürüten bölge ülkelerinden en önemli ülkelerden birisiydi. Hal böyle olunca Türkiye’nin enerji koridoru olması alanında o bölgede atılacak çok ciddi adımlar var. Suriye konusuna gelince, Suriye’deki çatışmalar tabii ki bitecek. Temel unsur orada, Suriye halkının benimsediği demokratik halkın istek ve taleplerine cevap verebilecek, demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetin  iş başına gelmesi. Bugünkü şartlar içerisinde mevcut Esad rejimi ile bu işin yürümeyeceği aşikardır. Esad rejimin Suriye halkının, halklarının taleplerine cevap verebilme ihtimalinin çok düşük olduğu kanaatindeyim. Rejim veya bir iktidar kendi halkı üzerine bomba yağdırabiliyorsa, kendi halkı üzerinde her türlü silahı kullanabiliyorsa artık o rejim o bölgede iflas etmiştir. Bence son demlerini yaşıyor. Süreci ne kadar uzatırlarsa uzatsınlar, Suriye’de zulüm gören halklar Esad rejiminin verdiği acımasızlığı hiçbir zaman unutmayacaklardır. Aslında Esad rejimi, kendi rejimini kendisi bitirmiştir. Bir şekilde ara dönem olarak Suriye rejiminin, Suriye’nin muhtemelen iki veya üç parçaya bölünmesi olabilecek senaryolardan birisi gibi görülüyor. Ülke sınırlarımıza dayanan bir Işid gerçeği var. Bunu hem Irak Hükümeti, hem Suriye Hükümeti hem de bölgesel oyuncu olarak Türkiye Hükümeti oyun planına dahil etmek zorunda kaldı. 

İSRAİL İLE FİLİSTİN’İN GELECEKTEKİ DURUMUNU NASIL GÖRÜYORUSUNUZ?

Filistin-İsrail konusunda özellikle Filistin’in Birleşmiş Milletler nezdinde ve BM Genel Kurulu’nda gözlemci ülke statüsüyle kabul edilmesi, Filistin davasında atılan en büyük ve ciddi adımlardan birisi. Bunu takip eden BM Genel Kurul Kararlarını da takip eden süreçte de AB ülkelerinin Filistin’i devlet olarak kabul edilmesi yönünde aldığı kararlarla İsrail’i ciddi anlamda köşeye sıkıştırdı. Aslında şu an İsrail-Filistin ilişkilerini bizden çok İsraillilerin düşündüğü kanaatindeyim. Çünkü İsrail’in bölgede uzlaşmadan uzak, çatışmaya yönelik tutumu batı için, Amerika için de bir yük olmaya başladı. Bunu müteaddit defalar hem batılı siyasetçilerden hem de ABD’li devlet adamlarından çok sık duymaya başladık. Fakat hadise sadece İsrail-Filistin ilişkileri ile bitmiyor. Oradaki unsurlardan biri de Filistin’in kendi içerisindeki uzlaşmayı sağlayabilmesi. Özellikle 23 Nisan 2014 tarihli mutabakat zaptında İsrail Hamas ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan ortak hükümet deklarasyonunda hükümlerin birçoğu yerine getirilmedi. Bu hükümler yerine getirilir ve bölgedeki iki ana unsur arasında, Hamas ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki uyuşmazlık, halk nezdinde de giderilir, Filistin halkının çaresiz ve gelecekten ümidini kesmiş olan durumu bir şekilde ortadan kaldırılırsa bölgede yeni bir ışık doğacaktır. Buradaki temel unsur Hamas’ın ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bir araya gelerek ortak kader birliği yapmasıdır.

TÜRKİYE, AB ÜYESİ OLUR MU, TÜRKİYE İLE AB TARAFLARININ TUTUMLARINI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Türkiye’nin önündeki en ciddi, özellikle 2015 içerisindeki en ciddi unsurlardan birisi AB ile yürütülmekte olan üyelik müzakereleridir. Bu müzakerelerin yolunun bir şekilde açılması lazım. Bu tabi ver kurtul anlamında değil, iki eşit taraf ararsında yapılacak müzakereler çerçevesinde yapılması lazım. AB’nin Türkiye’ye verebileceği herhangi bir lütuf yok. Türkiye artık bunu AB’nin lütfu, AB’nin Türkiye’ye vereceği herhangi bir imtiyazı olarak algılamıyor, algılamadığı kanaatindeyim. Ben AB içerisinde 9 yıl siyasi danışmanlık yaptım. Bu 9 yıl süresinde AB mekanizmalarının, iç mekanizmalarının nasıl işlediğini, hangi kurguyla ilerlediğini az çok tahmin edebiliyorum. Bu işin çok fazla Türkiye’nin AB üyeliğini, Türkiye’nin dini ve kültürel ayrımcılığından ziyade, biraz daha büyük resimde, Türkiye’nin kendi ekonomik ve nüfus yapısı itibariyle Avrupa için ciddi anlamda hazmedilmesi zor bir ülke olduğu kanaatindeyim. Fakat herhangi bir şekilde Türkiye ile AB ülkeleri arasındaki kültürel ayrışmazlığı çok fazla kabul etmek mümkün değil. Çünkü AB siyasetçileri tarafından çok gündeme getirilen kültürlerimizin farklı olduğu yönünde. Buna ben hep şu cevabı verirdim; Finlandiya’nın kuzeyindeki Lapland’da yaşayan bir AB vatandaşı ile Sicilya’da, Malta’da yaşayan bir Malta vatandaşı veya İtalyan vatandaşı arasındaki kültürel farkın ne olduğunu siz biliyor musunuz, dünyaları tamamen farklı iki toplum. Böyle olunca Türkiye ile Türk kültürü ve Türk halkı ile AB kültürünün herhangi bir şekilde uyuşmadığı gibi bir söylem ortaya çıkarmak abesle iştigal olur. Temel  husus; biliyorsunuz Avrupa Parlamentosu’ndaki temsil nüfusla orantılıdır. Mevcut nüfusumuzla AB’ye üye olduğumuz takdirde hemen hemen Almanya’dan sonra AB Parlamentosu’na en fazla parlamenter gönderen ülke olacağız. AB bütçesinin kabul edildiği parlamentodur. AB normları komisyonlarda yazılır, AB Parlamentosu tarafından kabul edilir. Onun için ciddi bir yasama organıdır. Türkiye gibi büyük bir oyuncunun bir anda sahaya böyle devasa bir güçle girmesi AB’nin mevcut lokomotif ülkelerini ister istemez rahatsız edecektir ama bu saatten sonra Türkiye’nin AB’den alacağı kadar AB’ye vereceği katma değer olarak sayılabilecek unsurlar olduğu kanaatindeyim. 

Bir de AB’nin geliştirdiği şöyle bir konsept var, bir dönem Sarkozy döneminde çok dile getirildi Türkiye’yi sorunlu Ortadoğu bölgesi ile aramızda tampon bölge olarak tutalım, Ortadoğu’dan veya Uzakdoğu’dan Avrupa’ya nüksedebilecek bütün tehditleri durdurabileceğimiz bir tampon bölge olsun ve ilişkilerimizi, birlik üyesi olarak değil de birliğin yakın ilişkiler içinde bulunduğu sınır komşusu bağlamında değerlendirelim. Üyelik sürecini tamamlamış ülke statüsünden bir adım ileri, tam üyelikten geri bir adım statüsünde, özellikle Sarkozy hükümeti böyle bir rol biçmeye kalkıştı. Bu kabul edilebilir çözüm değil, kabul edilebilir bir statü de değil. Eşitlerin arasında yürütülen bir çalışma da olmayacaktır. Türkiye için herhangi bir AB üyeliği sürecinde öngörülen hedeflerden birisi de değil. Bunu hiç kimseye, ne Türk siyasetçisine ne de Türk toplumuna anlatamazsınız. O yüzden bu, o dönemin geçici bir siyasi manevrasıydı özellikle de Sarkozy hükümetinin. Şu anda çok fazla bir karşılık bulduğu kanaatinde değilim. 2015’teki üyelik müzakerelerinin, yeni fasılların açılması Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ciddi adımlardan bir tanesi olacaktır. Özellikle Kıbrıs konusunda kem Türk hem de Rum taraflarının adımlar atması halinde 2015’in AB uyum ve AB üyelik sürecinde ciddi gelişmelere gebe olduğu kanaatindeyim. 

TÜRKİYE’NİN AB ÜYESİ OLMA İHTİMALİ VAR MI?

Tabii ki var. AB 21. Yüzyıl projesidir. Ben AB’nin dünya için, hakikaten dünya barışı için, insanların refahının artması için en ciddi projelerden birisi olduğuna canı gönülden inanıyorum. Çünkü bence Türkiye tarafında nihai hedef AB üyeliği olmamalı. AB üyeliği olsa da olur, olmasa da olur. Bunun nedenlerini birazdan dile getireceğim. Fakat mevcut dünya düzeninde insanların yaşam kalitesinin arttırılması noktasında uygulanabilecek normları en iyi düzenleyebilmiş sistemlerden biridir AB. İnsanların veya devletlerin  vatandaşlarına sunması gereken eğitim, sağlık, güvenlik, çevre hizmetleri, yediğimiz gıdanın kalitesi, tüm bu standartlar AB’de çok ciddi anlamda regüle edilmiştir. Bunun için Amerika’yı yeniden keşfetmeye veya tekerleği yeniden icat etmeye gerek yok. Orada konmuş standartlar bizim halkımızın yaşam kalitesini arttıracak standartlardır. İnsan hakları boyutunda, özelli siyasi ve ekonomik kriterlerin karşılanması ile vatandaşlarımızın yaşam kalitesini, dünyaya bakışını mutlaka arttıracak unsurlardır. Bence temel hedef, konulan standartları halkımızın refah seviyesini arttırmak için kullanılacak araç şeklinde olmalıdır. Zaten bunlar sağlandıktan sonra AB üyeliği kendiliğinden gelecek bir süreçtir. Halkımıza bu refahı sağladıktan sonra AB üyeliği olsa da olur, olmasa da olur. Bugün Norveç’i düşünün, Norveç’in AB’ye hiçbir ihtiyacı yok. Bilakis AB, Norveç’in kapısında çok bekledi üye olması için. Norveç’in kendine ait iç dinamikleri var özellikle enerji kaynaklarını kullanması ile Kuzey Denizi’nde çok ciddi anlamda gelirleri var. Bu da Norveç ekonomisini devasa bir güç haline getirdi. Bizim şu an için mevcut kaynaklarla, mevcut şartlarla Norveç kadar doğal kaynaklara sahip olmadığımız aşikar. En azında onları fizibil hale getirebilme sürecimiz çok yakın zamanda mümkün görünmüyor. Fakat Türkiye ekonomisi, genç nüfusu, bölgedeki askeri ve siyasi gücü hepsi bir araya toplanarak değerlendirildiği zaman eğer AB herhangi bir şekilde küresel güç olmak istiyorsa şu anki mevcut  yumuşak güç durumunda bölgeye müdahil Ortadoğu’daki enerji kaynaklarına yakın, oralarda oyuncu olabilecek bir küresel güç olmak gibi bir hedefi varsa Türkiye gibi NATO üyeliği olan, Avrupa’nın coğrafi parçası olan Türkiye’nin öyle veya böyle AB üyesi olmasının önünde çok da ciddi bir engel olduğu kanaatinde değilim.