Geçmişten bugüne devlet olabilmiş hukuk sistemini ortaya koyup uygulamaya koyabilmiş insan topluluklarında bir arada ve güvenlik içinde yaşamanın en önemli şartı idare edenlerin ve edilenlerin konulan kurallara (Kanun, yasa, yönetmelik vs) uygun hareket edebilme beceri ve alışkanlığını kazanmaları ile mümkün olabilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ilk maddelerinden birinde şöyle yazar. Kanun önünde insanlar eşittir, hiçbir insana dininden, milletinden, dilinden, cinsiyetinden, düşünce ve kanaatinden dolayı farklı muamele yapılamaz.
Aynı zamanda kanunları uygulama pozisyonunda olan idareciler de (Amir, memur) kanunları uygularken kanunların kendilerine verdiği yetki ve vicdani kanaatlerine (Vicdanen rahat edecek şekilde) karar vermek, uygulama yapmak durumundadırlar. Nefislerinin istediği, kafalarının hükmettiği gibi değil. Aynı durum mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcı konumundaki adalet personeli için de geçerlidir.
Son yıllarda birçok insan farklı gerekçelerle yaşadıkları ülkelerden ayrılıp uzak yakın farklı coğrafyalara, ülkelere göç ederek yerleşmeye başladılar. Bunların göç ettikleri yerlerde oturma izni alıp yerleşenler, vatandaş hükmünü kazanmış olup o ülke insanının yararlandığı her türlü hukuki haklardan yararlanırlar. Yerleştikleri ya da geçici olarak ikamet ettikleri ülkede vatandaş olamayan insanlar sığınmacı konumundadırlar. Bu insanların uluslararası hukuktan doğan insan olmaları gereği kullanmak ve kullanmasının garanti altına alındığı hakları vardır. İkamet ettikleri ülkenin idarecileri ve kolluk kuvvetleri bu haklarını kullanmalarına asla engel koyamazlar. Bilakis onlara kolaylık sağlamak durumundadırlar.
Şu an bizim ülkemizde çoğunluğu Suriyeli olmak üzere Afganistanlı, Özbekistanlı, Iraklı, İranlı, Pakistanlı, Filistinli, Somalili ve diğer ülkelerden 6 milyondan fazla insan yaşamaktadır. Bunların bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuş ama çoğunluğu sığınmacı konumundadır.
Bu insanların da uluslararası yasalara göre Türkiye devletinin güvencesi altında yaşama, inanma, seyahat etme, eğitim, ibadet, çalışma, iş yeri açma, sağlık hizmetlerinden yararlanma dahil insan olması gereği olan haklarını kullanma, ilgili devlet birimlerinin de onlara kolaylık sağlama görevleri vardır.
Olması gereken uygulama bu iken ne yazık ki son aylarda gerek emniyet birimlerinin gerekse İl Göç İdareleri ve bunlara bağlı geri gönderme merkezleri (GGM) uygulamalarında sığınmacıların çalışma, iş yeri açma, ikamet izni, seyahat izni, cenazeye katılma ve diğer hukuki haklarını kullanmakta büyük zorluklarla karşılaştıkları, en ufak bir davranışta GGM'lere gönderilip sınır dışı işlemleri ile (Deport etme) karşı karşıya kaldıkları, bu uygulamalar sonucu ailelerin dağıldığı, gönderildikleri ülkelerde idam ve ağır hapis cezalarına mahkum edildikleri iddiaları kamuoyunda büyük yankı uyandırmış bulunuyor.
Ben de diyorum ki sığınmacılar da mülteciler de insandır. Hukuk ve adalet kendi vatandaşlarımız kadar onlar için de olmalı ve kullanılmalı. Hem adalet ve hukuk bizim geçmişten bu yana devlet ve millet olarak şiarımız olmadı mı? Devleti temsil eden tüm uygulamalar adaletli olursa neyi kaybederiz ki? Kaybetmek ne demek çok şey kazanırız. Üstelik bu insanların tamamına yakını geçmişte bizimle aynı devletin tebaası olmuş bizim ve gönül coğrafyamızın insanlarıdır.
Her şeyden öte bu insanlar Hz. Adem ve Hz. Havva'nın çocukları yani kardeşlerimizdir.