Sivil irade, sivil toplum gibi kavramlar milletin oluşturduğu, devlet idaresi ve idarecilerinden bağımsız oluşan kanaat ve bunların oluşturduğu teşkilatlardır.
Nasıl millet olmadan toprak üzerinde devlet olmazsa, insan olmadan sivil toplum ve sivil irade de olmaz, olamaz. Zaten devletin tanımı yapılırken belli bir toprak parçası üzerinde milletin teşkilatlanmış biçimidir diye tanımda yapılabilmektedir.
Devletlerin ülkeleri idare etme konusunda bir ideolojileri, stratejileri ve kuralları vardır. Bu ögeler doğrultusunda devletin görev verdiği yetkililer ülkeyi idare etmeye çalışırlar. Sivil toplum ya da sivil irade ise devletten bağımsız, herhangi bir ideolojik kaygı olmadan ama; insanlar ve ülkeler yararına olduğuna inandığı ölçüde düşünce ve kanaat üretir, devlet onayı ile kurduğu teşkilatlar yolu ile bunları insanların hizmetlerine sunar.
Devlet idarecileri ellerindeki devlet imkanları istihbari bilgiler ve stratejik kaygılarla devletin ve onu oluşturan milletin geleceğine yönelik planlar yaparak bunu uygulamaya koyarlar. Sivil toplum ise tamamen milletin ve hayatın içinde olup devlette var olan kaygılara kapılmadan en saf ve samimi bir ortamda millete hizmet etmenin, insanlara yardımcı olmanın kaygısını taşırlar. (İstisnalar, art niyetliler hariç)
Devletin yetişmekte zorlandığı ya da devlet refleksi ile yapıldığında hizmetlerin aksadığı durumlarda sivil toplum mesai mefhumu düşünmeden devreye girer, devletin en yakın yardımcısı olarak hizmetlerin yerine getirilmesine katkıda bulunur.
Sivil toplumun, devletin ve milletin yaşadığı problemlerin çözümünde devlet ya da yerel yöneticilerden farklı düşünmesi ve bunu icraatı ile ortaya koyması, yanlış ve eksik olarak gördüğü devlet uygulamalarını eleştirip alternatifler sunması asla devlete, yerel yönetime zarar veriyor olarak yorumlanmamalıdır. Bilakis zenginlik olarak görülmeli katkı olarak değerlendirilmeli tebrik edilmelidir.
100. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyet dönemimiz içinde millete ve ülkeye çok pahalıya mal olmuş, yıllar sonra yanlış olduğu tespit edilen nice devlet uygulamaları vardır.
1950'lere kadar süren tek parti döneminin despot uygulamaları, 27 Mayıs 1960'da yaşanan darbe dönemi uygulamaları, 12 Mart 1971 askeri muhtıra dönemi uygulamaları, 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemi, 28 Şubat 1997 postmodern darbe dönemi ve daha sonraki dönemlerde yaşanan hukuksuzluk uygulamaları. Bunlar ve benzerleri üzerinden yıllar geçtikten sonra keşke yapılmasaydı diye pişmanlık duyulan ve yanlışlığı yıllar sonra anlaşılan ve devlet eliyle devlet yetkisi kullanılarak faillerince doğru olarak düşünülüp icra edilen yanlışlardır.
Sivil toplumun yanlışları, devlet yetkisi kullanılarak, cezalandırılarak ortadan kaldırılabiliyor ama; devlet görevlileri eliyle devlet yetkisi kullanılarak yapılan yanlış uygulamaların hesabı ne yazık ki sorulamıyor, cezasız kalıyor, yapanın yanına kar kalıyor.
Mutlaka bir yol bulunmalı ki devlet yetkisi, gücü kullanılarak yapılan yanlışların devamlı olarak takip edilip denetimi yapılmalı. Yapılan hukuksuz uygulamalar devlet sırrı, devlete zarar veriyorsunuz suçlamaları öne sürülüp arkasına sığınılarak cezasız kalmamalıdır.
Ayrıca devlet 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 darbesi, 15 Temmuz 2016 kanlı darbe kalkışması sonrası sivil toplum kuruluşlarına yönelik suçlayıcı, itibarsızlaştırıcı, ilgisiz bırakarak yıpratmaya yönelik uygulamalardan bir an önce vazgeçmeli, sivil toplumun her konuda güçlenmesi, görüşlerinin tenkit değil katkı olarak değerlendirilmesi, toplum ve devlet için inkar edilemez katkısının diri ve daim kılınması gerekir. Etkili, yetkili, mahkemenin kadıya mülk olmadığının idraki içindeki resmi, sivil tüm yetkililere duyurulur inşallah.