Eskiden bir söz vardı: "Söz gümüşse, sükut altındır."
Şimdi geldiğimiz noktada, konuşmak ateşle oynamak, düşünmek bile başlı başına bir risk. Düşünce ve ifade özgürlüğü denen şey artık sadece kitaplarda, anayasa maddelerinde yazılı kalan bir kavram. Herkesin aklında binbir düşünce var ama dile getirmeye korkuyor.
Herkes, bir kelime etmeden önce defalarca düşünüyor. Düşündüklerini dile getirenlerse, ya linç ediliyor ya da bir şekilde susturuluyor.
Şimdi herkes diken üstünde... Sadece kişiler mi? Hayır. Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, hatta sokakta iki laf etmek isteyen vatandaş bile. Herkes kelimeleri tartarak konuşuyor, çünkü yanlış bir kelime seçersen başına ne geleceğini bilmiyorsun. Adalet kavramını defalarca, ama defalarca sorguladık. Ama artık adaletin varlığına inanmak bile bir lüks hâline geldi.
Daha önceki köşe yazımda "Birikim yapın, Finlandiya’ya kaçın" demiştim. Şimdi diyorum ki Finlandiya’yı da boş verin. Birikim yapın ve en yakın ülkeye gidin. Çünkü yaşamak dediğimiz şey artık sadece hayatta kalmaya indirgenmiş durumda. İnsan, özgür olmadığı bir yerde gerçekten yaşayabilir mi?
Sokak röportajında bir vatandaş, "Bizim ekonomimiz çok iyi, bana ne bonfileden, makarnayla da karnım doyuyor. Filistin'e bakın, Doğu Türkistan'a bakın, birazcık örnek alın." demişti. Evet, makarna karın doyurur ama akıl doymaz, mantık doymaz. Biz niye başka ülkelerin sefaletine bakıp rahatlamamız gerekiyor ki? “Daha kötüsü var” diye avunmak mıdır çözüm? Ya da bu soruları hiç sormayın mutlu olmak için siz de bu vatandaş gibi düşünün.