Tarihten ibret almayı unuttuğumuz her gün, aslında geçmişi bugünde yeniden yaşıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Lût Kavmi’nin helak edilişi sadece bir dini kıssa değil, ahlaki çöküşün, insan fıtratına savaş açmanın ve toplumların kendi elleriyle nasıl yok oluşa sürüklendiğinin açıkça bize gösteriyor.
Lût Kavmi’nin temel problemi, sadece sapkın cinsel yönelimler değildi. O toplumda misafir ahlakı kalmamış, zorbalık sıradanlaşmış, edep ve haya ayaklar altına alınmıştı. Ahlaksızlık bir yaşam biçimi hâline gelmişti. Peygamber uyarısına kulak asmayıp kendilerini haklı, karşılarındakini sapkın gören bir topluluk kendi sonunu hazırladı. Günümüzde bakıyoruz o kavmin izleri hala duruyor.
Hatta bazı şehirlerde ki bunlar genellikle "muhafazakâr" olarak anılıyor… Bu yozlaşma daha sinsi, daha derin yaşanıyor. Dış görünüşte muhafazakâr ama içeriği boş bir dindarlık, vicdan yerine görüntüye dayalı bir ahlak anlayışı...
Kimse kimseye karışmasın deniyor ama herkes birbirinin yaşamını sosyal medyada didik didik ediyor. Mahremiyet unutulmuş, samimiyet kurban edilmiş.
Edep sadece giyimle değil, kalple olur. Ahlak yalnızca kurallarla değil vicdan, merhamet ve hak gözetmekle olur. Ama ne yazık ki, kimin hangi fotoğrafı beğendiğiyle meşgulüz, komşunun aç mı tok mu olduğuyla değil.
Lût Kavmi’nin helakı bize geçmişte kalmış bir masal gibi geliyor olabilir. Oysa bugün, modern tabelalar altında aynı çürümeyi yaşıyoruz. Beton yığınlarının arasında yükselen minareler var, ama o minarelerden yükselen sesin yaşandığı hayat nerede?
Bugün hâlâ Lût Kavmi’nin yolunu sürdürenler varsa ki var, bu sadece inançsızlıkla değil, samimiyetsizlikle, riyakârlıkla açıklanabilir. Zira inancın sureti çok, özü az kaldı.
Toplumun kendine gelmesi için illa gökten taş yağmasını mı bekliyoruz?