100’lerce yıl Anadolu’da Haçlı ordularına karşı göğsünü siper eden bir milletin torunu olarak “batı standartları/medeniyeti/modernizmi” diye gözümüze sokulan kültür dayatmacasına itirazımdır bu yazının özü.
Tahakkümü altına alamayıp, kontrol edemediğinden bu ezikliğinin bir tezahürü olarak bizlere “Barbar” yaftası vurmaya çalışan batılı, dünya kaynaklarını hunharca kan dökerek yağmalarken kültürlerini de sömürmüştür. Günümüze gelindiğinde “özgün halini bizden taklit ettiği medeniyeti” bize satmaya kalkışmaktadır.
Medeniyet sözcüğü “kültür, fikir ve bilgi olarak ilerlemiş” anlamlarına gelmektedir. Bu sözcük “taklit olanı değil, özgün olanı” çağrıştırmaktadır. “Barbar” sözcüğü ise ilkel, vahşi, her türlü kötülüğü yapabilecek anlamındadır.
Gelin şimdi muhasebesini yapalım. Kim medeni, kim barbar?
Batı dünyasının kalbi güya çağdaş ve modern Fransa’da 18. Yüzyıla gelindiğinde evlerde tuvalet ve banyo dahi bulunmamaktadır. Fransa’da inşa edilen 2300 odalı Versay Sarayı’nda dahi inşa edildiği yıldan Fransız devrimine kadar yani 150 yıl boyunca tuvalet ve banyo bulunmamaktadır. Rivayet o dur ki; anılan dönemde halk tuvalet ihtiyacını evin herhangi bir odasında lazımlığa gidermekte ve lazımlıklardaki pisliği gelişigüzel camdan aşağı sokaklara dökmekteydi. Sokakta yürüyenler üzerlerine sürekli pislik dökülmesinden korunmanın yolunu bir türlü bulamıyordu.
Çaresiz bir fikir üretirler; bu amaçla şemsiye kullanacaklardır. Sokaklarda yığılan pisliklerin üzerine basmamak için de topuklu ayakkabı. Bunlara böyle çözüm buldular Ya üzerlerine sinen pis koku? Her icat bir ihtiyaçtan doğar ilkesini doğrularcasına pis kokuyu bertaraf etmek içinse parfümü icat ettiler. O dönem batıda erkeklerin de topuklu ayakkabı kullanmaları”, kadınların rahatça “ihtiyaç giderebilmeleri için kabarık elbise giymeleri”, parfümün icad edilmediği dönemde gelinlerin “düğün günü temiz kokmaları için ellerinde taze çiçek buketleri taşımaları” tesadüf değildir.
Aynı dönemde bu büyük medeniyette!!! altında yatan sebep olarak yıkanmanın hastalık bulaştırdığı inancıyla “yıkanmamış vücudun dindarlığın işareti” olduğuna dair fetvalar verilmiştir. Uzunca bir dönem “suya-sabuna dokunmamayı şifa” sayan batılı, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiyle milletimizin “temizlik imandan gelir” inancıyla inşa ettiği Türk Hamam’larını görmüş, ecdadın suya-sabuna verdiği öneme şahit olmuştur. (Antrparantez; Anadolu’ya inşa edilen hamamların ilk örnekleri şehrimizde bulunmaktadır.)
O yıllarda Osmanlı’da nasıl bir temizlik kültürü olduğunu Topkapı Sarayına gidip Harem dairesindeki süt beyaz mermerlerden inşa edilmiş hamam ve tuvaletler ve kurnalara bakarak anlamak mümkündür. Yıkanmadığı için bulaşıcı hastalıklarla baş edemeyen batıda insanlar yakılarak öldürülmekteyken ecdadımız için yıkanmak dini, kültürel ve ahlaki bir değerdi. Padişahın huzuruna çıkan Avrupalı bir elçinin kokuyor olması sebebiyle hamama gönderdiğini bilmeyen yoktur.
Devamı diğer yazıda..