Türk kültür ve edebiyatında “gezgin” denildiğinde akla gelen kişilerin başında muhakkak Evliya Çelebi gelmektedir. Evliya Çelebi 1611 yılında yani günümüzden 412 yıl önce İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Evliya ismi, Çelebi ise unvanıdır. Türk Dil Kurumuna göre “Evliya” ermiş; “Çelebi” ise görgülü, terbiyeli ve olgun kimse anlamına gelmektedir.
Evliya ismi rivayete göre hocası imam Evliya Mehmed Efendi’den etkilenen babası tarafından kendisine verilmiştir. 1635 yılında başlayıp at sırtında 50 yıl boyunca süren bu gezilerinde Osmanlı İmparatorluğu’nda çok yer gezmiş ve gördüğü yerleri kayıt altına alarak tam bir kültür hazinesi olan on ciltlik Seyahatnamesi ile kültür mirasımıza çok ciddi bir arşiv hediye etmiştir.
Muzip, mizaçgir ve hayırsever bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle vezirler arasındaki husumet ve rekabetten kaynaklanan kırgınlıkları çok güzel bir şekilde idare etmiş, onları uzlaştırarak düzeltmeye gayret etmiştir..
Gördüğü rüya üzerine seyahate çıkma kararı alan Evliya Çelebi’nin rüyasında Peygamber Efendimiz S.A.V’i görünce büyük bir heyecana kapılmış, dil sürçmesi ile şefaat ya Resullullah diyeceğine, seyahat ya Resullullah demiş, bunu duyan Efendimiz S.A.V. ise kendisine tebessüm ederek şefaatini müjdelemiştir.
İstanbul seyahatinde Hezârfen Ahmed Çelebi’nin kanat takarak Galata Kulesinden yaptığı atlayışa şahit olmuş, Samsun Lâdik gezisinde orada yediği turna balığının lezzetini unutamadığını yazmıştır. Kayseri seyahatinde pastırma imalatından bahseder ve “Kayseri kalesi, saraylar, camiler, medreseler, hanlar ve çeşmelere” varıncaya değin geniş kapsamda bilgiler vermiştir.
Bu hatıratında çeşmeleri anlatırken o zamanlar Mevleviliğin önemli merkezlerinden olan günümüze kadar gelmeyen Mevlevihane’ye de değinmiş, Mevlevihane’nin kapısı önünde duran çeşmeden akan suyun “safsu” olduğunu yazmıştır. Çeşmelerin çoğunun suyunun “Kens Pınarından” geldiğini, bu pınarın suyunu ise “turna gözü gibi berrak ve Allah yapısı” olarak ifade etmiştir.
Samsun Lâdik’te yediği turna balığının ve Kayseri’de içtiğin suyun da tadını unutmamış ve belli ki bu suyun berraklığı ile Ladik’te yediği turnanın gözü ile betimlemiştir.
Kayseri suyunun anlatıldığı bir diğer hikâye de şöyledir: Yanıkoğlu Mahallesinde bulunan Suya Kanmış Hatun Türbesinde yatan keramet sahibi ve bilge bir hatun sefere giden Osmanlı ordusuna testisiyle su verir. Askerler bu testiden su içer ama testinin suyu bitmez. Bu kerametten haberdar olan padişah, Suya Kanmış Hatun'a araziler hediye eder.
Tüm bunlardan sonra kıssadan hisse demem o ki; ülkemizde büyük şehirlerin çoğunda içme suyu olarak damacana ve şişe suyu kullanıldığı, bunun aksine Erciyes’imizin kar sularıyla beslenen musluklarımızdan dünyada çok az şehre nasip olan kaynak suyu aktığı düşünülerek bu büyük nimetten gelecek nesillerimizin de istifade edebilmesi adına sınırsız olmayan bu şeker pınarının israf edilmemesi temennisi ile suyun önemi üzerine yazılan aşağıdaki şiiri paylaşıyorum;
SU
Kaynakda derede gölde denizde
İliklerimize kadar her zerremizde
Çamurdan destide camdan bardakta
Gül fidanda kiraz dalda üzüm çardakta
Göğün tacı kuyuların dibisin
Hürriyet gibisin
İstediğim şekildesin istediğin yerde
Deva sebeb sensin bin türlü derde
Sana hasret çayır çimen
Sarartan sen yeşerten sen
Sen yıkarsın kirimizi
Ölümüzü dirimizi
Gök yer
Her şey seni ister
Sen taşırsın sen beslersin
Can kurtarır başlar yersin
Bardaktan boşansan hane yıkılır
Damlamazsan dualara çıkılır
Hürriyet misali seni dileriz.
Fethi TEVETOĞLU