Şu sıralar kamuoyunun gündeminde ‘uzaya çıkan ilk astronotumuz Alper Gezeravcı’ var. ‘Neden ve nasıl gitti? Hangi bilimsel deneyleri yaptı?’
Ben ise bunlardan ziyade, uzaydan bakınca dünyaya neler hissettiğini merak ettim daha çok. Değişik bir his, uzaydasınız karşınızda bir nokta, bir toz tanesi; namıdiğer dünya. Gözlerimizi açtığımız ve yumacağımız konum.
‘Denizi ve mehtabı görünce manzara var diye sevinip, düşüncelere dalan’ bizler, sonsuz karanlığın içinden dünyaya baksak neler hissederdik acaba? Dünyadan uzak kalmak dünyeviliğimizi de alır götürür müydü? Dünyadan uzaklaşınca iç dünyamıza yaklaşır mıydık? Ay’ı ve yıldızları izlemeye benzer mi dünyayı gözlemek, dünya gözüyle.
‘Dünya kadar’ sevincin ve hüznün yaşandığı, ‘dünyalara değişmeyeceklerimizin’, ‘dünyadan bihaber olanların’, ‘dünyayı tozpembe görenlerin’, ‘dünyalığını yapanların’, ‘bu dünyada işi iş olanların’, ‘dünyadan el etek çekenlerin’, ‘dünya yıkılsa umurunda olmayanların’, ‘dünya yüzü görmeyenlerin ve göstermeyenlerin’, ‘gözü dünyayı görmeyenlerin’, ‘dünyayı ben yarattım havasında olanların’, ‘dünyayı birbirine haram edenlerin’ veya ‘dünya varmış dedirtenlerin’ yaşamakta olduğu ya da ‘öbür dünyaya gittiği’ dünya.
Son tahlilde; yedi milyar insanın yaşadığı, her gün yaklaşık beş yüz bininin doğduğu ve öldüğü, sevdiklerimiz, haz etmediklerimiz, evimiz, işimiz, gücümüz, mal mülk, para, şan, şöhret, makam, dünya koşturmacası, yaşam kavgası, çatışmalar, savaşlar, hastalıklar, depremler hepsi de var bu dünyasal kümede.
Belki de ‘dünya kadar’ dert-tasa-kaygı kimine göre bu dünya. ‘Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur. Derdi ahiret olanın ise ahiret kadar himmeti olur.’ Diyerek ‘dünyanın imtihan dünyası olduğunu’ vurgulamış Yunus Emre.
Hayatın ve her şeyin bir sonu olduğunu, dünyanın vefasızlığını ve bütünüyle bir tatmin beklentisinin hatalı olduğunu anlatmak için kullanılan ‘kavanoz dipli dünya’ sözü dünyadan ötesini vurgulaması bakımından gayet manidar.
Dünyanın kasveti, debdebesi ve dehşetinin yanında bir de, ‘birbirinden ayrı dünyalara sahip’ , hatta ‘birbirinden ayrı dünyalar olan’ bizler var. Ana, baba, evlat bile olsa birbirine yüzde yüz benzemez bizler. Birbirimize benzemezliğimiz yaratılıştan, fıtrattan ve kaderden kaynaklıdır elbet.
Farklı ortamlarda yetişen bizlerin iç dünyası birbirinden çok farklı ve ‘dışarıdan görünenin ötesinde’. ‘Kimi mavi bulutlu bir gökyüzü, kimi sakin bir nehir, kimi coşkun bir ırmak, kimisi de ölü bir deniz’ olan bu farklı dünyalarımız insanlık mozaiğinin renklerini ve desenlerini oluşturur. Bu nedenle herkese empati ile ve hoşgörüyle yaklaşırsak dünyayı daha yaşanılır kılarız. Ayrıca zihin dağarcığımıza yeni fikirler ve farklı bakış açıları kodlamış oluruz.
‘Uzaydan bakınca dünya’ bugün benim için Gazze. Yani ‘insanlar için yaratılan dünyada’ insanların ve insanlığın katledildiği, ‘insanlığın kalbi olsaydı burası olurdu’ dediğim yer Gazze. Başta ‘İslam dünyası’ olmak üzere akıl ve vicdan sahibi kimse ister uzaydan, ister başka yerden baksın, vicdanının sesi ona ‘Gazze dışında her yerin işgal altında olduğunu’ haykıracaktır.
Sonu belli ve ‘kimseye kalmayacak olan bu dünya’ hayatı sonsuzluğa namzet. ‘Geçici bir gölge’ gibi olan, ‘filmin sonu başından belli olan’ bu fani dünyada ‘dünyalık’ hiçbir şeye değmez. ‘Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir’, ‘Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın’ Ayet-i Kerimelerini aklımızdan hiç çıkartmamalıyız.
Bu nedenle; ‘iki saniye sonrasına garantimiz olmayan bu dünya hayatında’ haksızlıklar karşısında ‘dünya işte böyle gelmiş, böyle gider’ diye düşünenlerden değil, ‘böyle gelmiş, böyle gitmez’ diye tepki gösterenlerden, ‘Hepi topu üç günlük bu dünyaya meyletmeyenlerden’, ‘dünyaya (dünyadaki kötülüklere) meydan okuyanlardan’, ‘birbirimizin dünyasını aydınlatanlardan’ , insanları iyiliğe ve güzele iletenlerden, zor zamanlar geçirenleri ‘başka bir dünyada hissettirenlerden’ olmamız temennisiyle.