Bu yazımda üzerimize gölgesi düşen on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’in bizlere ne mesajlar ve öğütler verdiğine değineceğim. Yazıyı şimdiden kaleme almamdaki maksat oruç tutmak için sahur yaptığımız gibi, Ramazan’ı idrak etmek için de zihinsel hazırlığımızı yapmamıza vesile olmak aslında.
Malumunuz nefsimizi en çok besleyen şeylerin arasında yemek ve içmek de yer almaktadır. İşte tam da burada “yemenin, içmenin ve uyumanın ayı olmayan” bu mübarek ay oruç tutan kimsenin nefsini besleyen muslukları kapatıp, maneviyatını beslemeye başlamaktadır.
Bu nedenle yaklaşmakta olan Ramazan’ın, “günahlarla dağılan ruhumuzu yeniden imar ve ihyaya”, “manevi hastalıklarımızı tedaviye”, “dünya telaşımızı söndürmeye”, “dünyalık kaygı ve evhamlarımızı yok etmeye”, “Allah’tan hakkıyla korkanları tespite” ve “fani olan bu dünyada baki olanı kazananları belirlemeye” geldiğini söylemek yerinde olur.
Ramazan bizlere “başıboş bırakılmadığımızı”, “hiçlik üzerine yeryüzüne gönderilmediğimizi”, “en büyük düşmanımızın dağınıklığımız ve boşvermişliğimiz” olduğunu hatırlatmaktadır.
“Kibir, kendini beğenmişlik ve şımarıklık” gibi kötü huylarımızdan günahlarımızdan vazgeçmemiz gerektiğini öğütleyip, sıkıntı ve darlıklardan çıkmanın yolunun günahlardan arınmak olduğunu söyler. Günahı elbette sadece içki veya kumar vb. ile kısıtlayamayız.
Ramazan bize “İçindeki iyiliği canlı tut, kötü tarafını yok et” diye nasihat ederken, diğer yandan “yerim, içerim, gezerim, alırım, satarım, kimse bana karışmasın, herkes işine baksın, benim hürriyetim var” diyemezsin der.
“Zorunlu işimi yaparım, fazlasına karışmam”, “hangi birine, kime yetişeyim, benim derdim bana yeter” deme der. "Başkasının derdine derman olmazsan kendi derdine derman ara” der. Kısacası “başkasına faydan dokunsun”, başkasının hayatında iz bırakan ol” der. Ama bir şerh koyarak; “bir şeyi desinler diye de yapma ve yaşama” der.
Önü sonu dünya işte; “kimi ekmeğe muhtaç”, “kimi tatmadığı lezzetleri sayıyor”. “Kiminde hanlar hamamlar”, “kiminin barınacak yeri yok”. “Kimi yastık yorgan hayalinde”, “kimi her gün ayrı bir elbise ve ayakkabı derdinde”. “Kimi sıkıldım diye eşya değiştirme hırsında”, “kimi tabanları kopmuş ayakkabısına şükretmekte”. Ramazan işte bu noktada “bunları aklından çıkartma”, “zorda-darda kalan sen olabilirdin ve yarın olmayacağının garantisi yok” der. Bu nedenle altını çizerek “insanların yaşam kavgasını görmezden gelme” der.
“Suizandan”, “laf taşımaktan”, “fitne-fesattan”, “insanların özel hallerini araştırmaktan”, “insanların arasını açmaktan”, “insanların kusurlarını ortaya çıkarmaktan”, “dost görünüp de düşman olmaktan” uzak kal der Ramazan. Zira “kusurlarının örtülmesini isteyen kimse başkasının kusurlarını örtmelidir” der.
Bu nedenle oruca niyetlenirken; midemizi tutmaya niyetlendiğimiz gibi “dilimizi ve çenemizi de” tutmaya, “iyi bir insan olacağımızı aklımızda tutmaya, “kibre, gösterişe ve aşırılıklara karşı nefsimizi tutmaya”, “kendimizi alçak gönüllü ve mütevazı eksende tutmaya” da niyetlenmeliyiz.
Elbette hepimiz biliyoruz bunları. Biliyoruz ama ne kadar uyguluyoruz? Bilgimizi bilince çeviriyor muyuz? Ramazanı ve orucu biliyoruz. Ama ne kadar anlıyoruz? Bu nedenle bu işin zahirdeki açlık, susuzluk ve uyku kısmından “mana” kısmına geçmek esas.
Ramazan’ın “hayatın gayesini anlamaya”, “acizliğimizi kavramaya” , “orucu uykuya tutturmaya değil, bizleri gaflet uykusundan uyandırmaya”, “ben olmaktan sıyrılarak biz olmaya” vesile olması duasıyla. Allah bizleri bu mübarek ayı idrak edenlerden, Ramazan’ın şuurunda olanlardan, feyzinden ve bereketinden istifade edenlerden eylesin.