Kemal Gönen

BAĞLILIK ASLI

Kemal Gönen

Türkiye’nin bu yılki Oscar adayı olan Bağlılık Aslı filminin duyurularını görünce bir hayli
meraklandım.
 
Semih Kaplanoğlu’nun yeni bir üçlemesinin ilk filminde nasıl bir sürpriz ile karşılaşacağımı açıkçası merak ediyordum. Kaplanoğlu’nun bundan önceki filmi olan Buğday son zamanlarda izlediğim en mükemmel filmlerden biri idi. Kaplanoğlu’nun ve eşi Leyla hanımın yakın arkadaşı olan Dursun Çiçek hocamla filmi birlikte izleme şansımız oldu.
 
Film öncesi beklentilerimiz, film seyrederken tepkilerimiz ve filmin sonunda yaptığımız kritikler çok faydalı oldu. Filme Oscar adaylığı konusunda bir çok tepki oldu. Tanınmayan bir filmin aday olarak seçilmesi, sizin mahalle bizim mahalle kavgası sonucunda Adana Film Festivali’nde filme ödül verilmedi. Ben bu konulara girmeyeceğim. Zira işin başında Semih Kaplanoğlu gibi usta bir isim varsa o film benim için her saniyesine kadar izlenmeye değer, içerisinde verilen veya verilmeye çalışılan mesajlar üzerine yoğunlaşırım. Film izleyeci kitlesi üzerinde çok sansasyon yapmadı.
 
Magazin dünyasının ilgisini çekmedi. İçeriğinde argo, küfür, şiddet, erotizm, mafya, silah v.b. öğeler bulunmadığı için seansları ve salonları tıklım tıklım bir film değildi. Zaten Semih beyinde hedef kitlesinin bu kitle olduğunu düşünmüyorum. Bu sebeple filmlerini maddi kaygılardan uzak çekiyor.
 
Gelelim filmin içeriğine. Müthiş fotografik kadrajlar eşliğinde, etkili ama sade müziklerle yapılan film İstanbul’da geçiyor.
 
Modern yüksek binalar içerisinde yaşayan çekirdek bir aileyi konu alıyor. Yeni çocuğu olmuş, daha öncesinde çalışmış ve kazandığı hakları kaybetmemek için tekrar çalışmak isteyen, fakat annelik ve kariyer arasında kararsızlık yaşayan bir kadın ve onun bu arayışları çevresinde geçen bir film. Filmin kadrajlarına sık sık giren modern yaşamın simgesi haline gelen yüksek binalarda aslında her bir dairesinde yaşanan olayları bir örnek üzerinden anlatmış Kaplanoğlu.
 
Modern yalnızlığın esiri olmuş büyük kalabalıklar farkında olarak ya da olmadan sürekli benzer problemleri yaşıyorlar.
 
Filmde büyük şehir modern yaşamının parçası olan bir kadın ile henüz İstanbul’a gelmiş Anadolu irfanının etkisi ile yetişmiş genç bir annenin kıyaslamaları ve birbirlerine olan etkileri, modern hayatın kuşkuculuğu ya da kurnazlığı ile Anadolu insanının saf ve temiz duyguları kırmadan ve abartmadan gözler önüne serilmiş. Çalıştığı evde ev hanımının almayı unuttuğu tuzu ertesi gün çantasında getirmesi, çocuğa hazır yoğurt yedirmemek için yoğurt mayalayarak fırına bırakması Anadolu saflığı diye tabir ettiğim, merhamet dolu, sevgi dolu sıcacık insanların yaşamları.
 
Kadraja giren gökdelenlerde yaşayan insanların özlemini çektiği aslında yaşamak istediği hayat. Semih Kaplanoğlu’nun genel olarak filmlerinde zıtlıklar üzerinden anlatmaya çalıştığı ikideki birlik teması bu filmde de kendini hissettiriyor.
 
Dursun Hocamla film sonrası yaptığımız kritiklerde yine yaptı yapacağını ağlattı bizi, özellikle annemi özledim sahnesinde içimden bende diye bağırdım, onun filmlerinin
hepsinde hem Leyla’yı hem Semih’i görüyorum demişti. Bende yorum olarak onun gördüğü Leyla ne ise senin gördüğün Erciyes aynı şey ikinizin de baktığınızda aynı şeyi gördüğünüzü hissediyorum demiştim. Film Oscar’da ödül alır veya almaz bilemiyoruz. Ödülle dönmesi durumunda yapılan eleştiriler, salonlarda tıklım tıklım tekrar gösteriler, film hakkında yazılıp çizilenler değişirmi bilemiyoruz. Fakat başta da belirttiğim gibi Semih beyin bu kaygılar içerisinde olmadan filmler yaptığını, insanlara birşeyler anlatmaya çalıştığını söylemiştik. Hedef kitlesi adına yılın en iyi filmi ve en iyikadın oyuncusu ödülü bizlerden yapımcısına hediyedir. Gerisi laf-ü güzaf.
 
Üçlemenin diğer iki filmini heyecan içerisinde bekliyoruz. Erciyes dolusu selamlar…
 

Yazarın Diğer Yazıları