Bir çok elementlerin atomları hücrenin içine girip ona gıda olmakta ve kendi bünyesinden de bir şey kaybetmemektedir. Mesela nefes alırken akciğerlerimize dolan oksijen, tabiplerin bile yeteri kadar bilmedikleri yerleri dolaşır, oralarda kendine düşen görevi yapar ve karbon dioksit olarak dışarı çıkar. Bu sefer de bitkilere koşar onların bünyelerine girer karbonu bırakır, ozon olarak yani üç oksijen olarak ayrılır. Bu sefer yine bizim imdadımıza koşmanın imkanlarını araştırır. Oksijenin aklı ve şuuru olmadığına göre bunları nasıl yapar. İşte bunları yoktan var eden Allah onlara böyle bir görev verip kot yüklemiştir. 43/Zuhruf 9 “Şimdi onlara, göklerin ve yerin sahibi ve yoktan yaratıcısı kim diye soracak olsan, üstün kudret sahibi ve her şeyi bilen Allah yarattı diyecekler.” Zuhruf 10 “Evet Allah öyle bir Allah ki, yeryüzünü yaşam alanı haline getirmiştir ve gideceğiniz yere kolayca ulaşasınız diye dağların arasından sizin için yollar açmıştır.” Zuhruf 11 “Gökten yağmuru belli bir kadere/ölçüye göre indiren de Allah’tır. Nasıl biz yağmurla ölü toprağa hayat veriyorsak sizde ölümden sonra böyle diriltileceksiniz..” Zuhruf 12 “Her türlü canlıyı dişi ve erkek olarak çiftler halinde yaratan da, binmeniz için gemileri ve hayvanları yoktan var eden de Allah’tır.” Müslümanlar kitapları, Kuranın oku ve yaz emrine rağmen, kainat kitabını okumaktan vaz geçtikleri dönemde, Avrupalılar boş durmayıp ilim yolunda adım, adım ilerleyip aradaki mesafeyi açmışlar. İnsanların, hayvanların, bitkileri ve kainatın yaratılışı üzerinde bilgi edinmişlerdir. Madem ki, hücrelerin yapısı var, öyleyse bu yapıları yoktan var eden bir varlık var işte o varlık Allah’tır. Şimdi bilinmektedir ki, hücreler şekil, boyut ve görev olarak değişik, karışık bir yapıya sahiptir. Orta Çağ doktoruna insan vücudu ne kadar karışık ve anlaşılmaz görünüyor idiyse, bugün bizler için hücre o kadar anlaşılmaz bir şeydir. Belki de bunlarda inşallah çözülecektir. İlk defa insan vücudu ile uğraşanlar, şah damarın, midenin, karaciğerin ve kalbin resmini çizerken onların işleyişi ve birbirleri ile olan bağlantıları hakkında çok az şey biliyordu. Şurası muhakkak ki, alyuvarları misal olarak ele alırsak, dünyadaki insan nüfusundan 100 misli daha fazla kalabalık olan topluluğu idare edecek kudretteki kanunları Allahın dışında başka kimse yapamaz ve yürürlüğe koyamaz. Alyuvarlar, her 120 günde bir ölüp, yeniden dirilmekteymiş. 26/Şuara 132 “Aklınıza gelebilecek her nimeti size sunan Allaha karşı gelmekten sakının.” Şuara 133 “Mesela evlatları ve sürü, sürü hayvanları.” Şuara 134 “Dahası bağları, bahçeleri ve pınarları.” Bilinmeyen ve anlaşılamayan bir husus da insan iliğinin meydana getirdiği hücre çeşitlerinin değişik vazifeler yapabildiği hakikatidir. Bilindiği gibi, kemiklerin en büyüğü olan marifetli Allah’ı rehber etmekte olup, vaziyete göre alyuvar veya akyuvar hücreleri meydana getirmektedir. Nasıl olurda benzer ana hücreler, vazifeleri bakımından çok ayrı işler yapan hücreler imal edebilmektedirler. Hücre zarı, aynı zamanda canlıdır. Her şeyi de almaz, aldıklarını da seçerek alır. Zardaki bu seçiciliğin nasıl gerçekleştiğini bilim halen çözememiştir. Çözülse bile, bu kadar ince zara, bu kadar maharetli görevi yerleştiren maharetli ustanın sanatı olmalıdır. O usta ve sanatkar, bütün bunları yoktan yaratan ve görevlerini ölçü içinde taksim edip paylaştıran, hakimler, hakimi eşi ve ortağı olmayan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan kainatın tek sahibi Rabbimiz Allah.