Din dilinde şirk, Allah’a, yalnız tek olan Rabbimize, yani yaratıcımıza zatında sayı olarak ya da tasarrufunda, yani yapacağı işlerde ortak tanımak veya bazı iş ve fiilleri icra ederken Allah dışındaki bazı kişilerin veya nesnelerin rızasını Allah’a yaklaşmak için aracı konulmasıdır. Allah’ı inkâr etmeden, hem Allah’a inanıp, gücünü, kuvvetini, yapacağı tüm işleri Allah’a ait olduğunu bilip, ancak Allah’a ulaşmak ve yaklaşmak için, Allah’ın sıfatlarını ve fiillerini veli, evliya, yatır, şeyh, âlim, ulema, sultan, efendi gibi kimselerde de olduğunu kabul etmektir. Yani, Allah’tan beklenmesi gereken affetmek, bağışlamak, bilmek, dinde tek yetki sahibi olmak, duaların yalnız Allah’a yapılması, yalnız Allah’tan yardım dilenmesi gibi Allah’a ait olan fiilleri başkalarından da beklemektir.
Mesela bir şey yapılırken, bir amel, bir dini görev ifa edilirken hemen birilerini araya koyarak; yani yatırların, türbelerin, şeyhlerin, velilerin, evliyaların türbelerine giderek orada Allah’a dua ederken, “Bunların yüzü suyu hürmetine, hatırına şu işimizi, şu duamızı kabul et,” denmiyor mu? Veya namazların sonunda, camilerde veya evlerimizde dua ederken, velilerin, evliyaların, yatırların, mübarek günlerin, ayların hatırına duamızı kabul et diye dua etmiyor muyuz?
Tarih boyunca hemen hiç kimse “Allah’a ortak koşacağım” diyerek ortak koşmamıştır. Eğer bunu açıkça yapsalardı, birçok kişi bunun farkına varırdı. Şu şekilde de şirk koşulmuştur: Mekkeliler melekleri Allah’ın kızları saymışlar, Yahudiler Üzeyir’i, Hristiyanlar ise İsa’yı (a.s.) Allah’ın oğlu yaparken, Allah için ve Allah’a yaklaşmak için, onları yakınlık aracı olarak kabul etmişlerdir. Emeviler ve Abbasiler döneminde, İslam anlayışı yozlaştırılmış ve hurafe bilgiler kitaplara girmiştir. Bu durumun sebepleri arasında Sıffin savaşları ve İslam’dan intikam alınması, Arapların örf ve âdetlerini din diye aktarmaları ve Sıffin savaşlarında sahabelerin büyük bir kısmının ölmüş olması yer alır. Bu nedenle, geriden gelenler İslam’ı Kur'an’dan değil, duyumlardan öğrenmiş ve yazmışlardır. Benzer bir olay Çanakkale Savaşı'nda da olmuş; okuma yazma bilenlerin şehit olması nedeniyle okuma yazma oranı azalmıştır.
Güya Müslümanların hayatlarını garantiye alan birtakım kurtarıcılar oldukça fazladır. Her yüzyılda geleceğine inanılan Mehdi, İsa (a.s.) geleceğine, üçler, yediler, kırklar, abdallar, kutuplar, veliler, şeyhler, keramet sahipleri, seyyidler, Hızırlar ve diğerlerine inanılır. Ancak bu kurtarıcılar nedense bir türlü gelmiyorlar, oysa bu günlerde ne kadar ihtiyaç var.
İnsanlar, bir olan Allah’a koşacakları ortakları her zaman bulmuşlardır. Geçmişte elleriyle yapıp diktiklerine tapanlar ve kulluk edenler, bugün elini eteğini öptüklerine tapıp kulluk ediyorlar. Bu taptıkları kişi ve nesnelerin sözlerini, Allah’ın sözlerinin önünde ve ondan üstün tutuyorlar. Genelde tasavvufçular, “Allah böyle buyurmuş, Resul şöyle demiş” demezler; hemen hepsi birden “Falan şeyhimiz, filan Gavsımız böyle buyuruyor” ya da “Şu mübarek şöyle demiştir” derler. “Falan şeyhimiz efendimiz rüyasında Allah’la görüşüp konuşmuştur veya Resulden şunu, şunu almıştır” diye kitaplarından okuyor ve takipçilerinden duyuyorsunuz.
Hâlbuki Müslüman, tavırlarını yaratılmışların söz ve hallerinden değil, Allah’ın kitabı ve Onun Resulünden öğrenerek belirlemelidir. Şimdi bakalım gerçek neymiş; Ankebut Suresi, 29:51, “Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet vardır.” Yasin Suresi, 36:22, “Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim? Halbuki hepimiz Allah’a döneceğiz.” Casiye Suresi, 45:6, “Artık Allah’tan ve Allah’ın ayetlerinden sonra hangi (hadise) söze inanacaklar?” Zümer Suresi, 39:36, “Allah kuluna kafi değil mi? Seni, sizi Allah’tan başkalarıyla korkutuyorlar.”
Şöyle sanılmasın, şirk koşarken “Allah, ikidir, üçtür, beştir, ondur, yüzdür” veya “Allah yoktur” denmez. Şirk, Allah’ın sıfatını ve yapacağı işleri, Allah dışında diğer yaratılmış olan varlıklarda da görüp bilmek ve buna inanmaktır. Çevrenizdeki yatırlara, veli denen kişilerin mezarlarına veya şeyh denen şahısların yanına varanları bir dinleyin, ne diyorlar. Üç aşağı beş yukarı, onlardan şöyle istekte bulunuyorlar: Bir hastalık için iyileşme, işinin rast gitmesi, oğluna iyi bir gelin, kızına iyi bir koca, “Geçen sene geldim burada dua ettim, ev aldım, araba aldım, şu işim şöyle oldu,” gibi sözler söylenmektedir. “Bunların yüzü suyu hürmetine, hatırına Allah duamızı kabul ediyor,” diyorlar. Dikkat edersek, burada da Allah’ı inkâr eden yok. Peki ne yapılıyor? Direk sadece Allah’tan istenecek dualar ve işler, Allah’ın yanına (sözde) hatırlı, saygın, yüzü suyu hürmetine kişileri aracı koyarak yapılıyor. Mesele bu, yapılan budur. Bakara Suresi, 2:186, “Kullarım sana beni sorduklarında söyle onlara, Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler.”