İnsanlar tarih içerisinde çeşitli nedenlerden dolayı yaşadığı mekândan ayrılmak durumunda kalmıştır. Göç kavramıyla ifade edilen bu ayrılık, insan ve mekân üzerinde çok yönlü bir etkiyi beraberinde getirmiştir. Göç başta birey olmak üzere insana dair olan inanç, düşünce, kural ve yapıların değişim ve dönüşüm yaşamasına zemin hazırlamıştır.
Doğu- Batı arasındaki önemli bir geçiş güzergâhı olan Anadolu’da yıkılan ve kurulan medeniyetler için ayrı bir önemi bulunan göç, Türkiye için de üzerinde çok yönlü derinlikli çalışmalar yapılması gereken bir konu olmuştur, insanların yaşadıkları doğal ve sosyal çevreyle kurduğu bağı zedeleme yanında ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda durmak gerekir diye düşünüyorum. İnsanlar yaşadıkları mekânları çeşitli nedenlerle terk etmek durumunda kalmışlardır.
İnanın iradesi dışında gelişen doğa hadiseleri tarihsel süreç içerisinde göçün en önemli nedenlerini oluşturmuşken, sanayi devrimi sonrasında asli belirleyicisi insan olan ekonomik, siyasi ve sosyal nedenler göçün en önemli nedeni haline gelmiştir.
Göçle yeni bir mekâna yerleşen insan, bir taraftan yeni mekâna alışmaya ve bu mekânda kendisine alan açmaya ve yer tutmaya çalışırken diğer taraftan hayatta kalma, yok olmama, sahip olduklarını (maddi- manevi) kaybetmeme çabası içerisine girmektedir.
İnsanı dinamik bir hayat yaşamasını zorunlu kılan bu tür süreçler, insanın ayakta kalabilme, var olma veya kazanabilmek için çok yönlü bir iktidar savaşımına dâhil olmasını da beraberinde getirmektedir. İnsan ve insana dair olan hemen her şeyi etkileme potansiyeline sahip bir olgu olan göç tarihin hemen her döneminde farklı yönleriyle ele alınması gerekir.
Sosyal bilimlerin önemli çalışma alanlarından birisi olan göç konusu olmasının yanında Türkiye toplumunun hayatında önemli bir yer tutar. Anadolu tarihi bir yönüyle göçler tarihidir. Türkiye’deki hemen her birey ve toplumsal kesim ile hemen her mekânın üzerine sinmiş bir etkiye sahip göç, kapsamlı, ayrıntılı ve derinlikli çalışmalar yapılması bir konudur.