Türkiye’de vatandaş olmanın anlamı her geçen gün değişiyor. Eskiden çalışarak geçinebilmek, ev alabilmek ve çocuklarını okutmak sıradan bir hedefken, bugünlerde bir lüks hâline geldi. Konut kiralarının asgari ücreti geçtiği, Cumhuriyet altınının ise asgari ücretten fazla olduğu bir ülkede, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan için “vatandaşlık” yalnızca bir kimlik kartından ibaret.
Bir ev kiralamak mümkün mü?
Eskiden asgari ücretle çalışan bir birey, maaşının yarısını kiraya ayırıp kalanıyla geçinebilirdi. Bugün, büyük şehirlerde bırakın geçinmeyi, kirayı bile karşılayamaz hâle geldi. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde ortalama kira fiyatları asgari ücretin üstüne çıktı. Kayseri, Gaziantep, Eskişehir gibi şehirlerde bile durum iç açıcı değil. Hal böyle olunca, gençler evlenmekten vazgeçiyor, aileler çocuklarını okutamamaktan korkuyor ve toplumun büyük bir kesimi temel barınma hakkını bile kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.
Cumhuriyet altını ve asgari ücret
Türkiye’de ekonomik göstergeleri en net şekilde anlatan verilerden biri, Cumhuriyet altını ile asgari ücret karşılaştırmasıdır. Eskiden bir işçi maaşıyla birkaç Cumhuriyet altını alabilirken, bugün bırakın birden fazlasını, bir tane bile almak mümkün değil. Peki, bu ne anlama geliyor? Basitçe söylemek gerekirse, emeğin karşılığı giderek değersizleşiyor. Çalışmanın, üretmenin, alın terinin satın alma gücü her geçen gün azalıyor.
Açlık sınırı, yoksulluk sınırı ve gerçekler
Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 22.131 TL, yoksulluk sınırı ise 72.088 TL’ye yaklaşmış durumda. Asgari ücret ise 22.104 TL civarında. Yani, çalışan milyonlarca insan bırakın insanca yaşamayı, açlık sınırının bile altında yaşıyor. Eskiden “orta direk” diye bir kavram vardı. Bugün artık bu kavram yok. Çünkü orta sınıf neredeyse tamamen yok oldu. Ya zenginler var ya da geçinemeyenler.
Vatandaş olmanın bedeli: geçinememek
Bir ülkede vatandaş olmanın anlamı, o ülkenin kaynaklarından adil şekilde faydalanabilmektir. Fakat Türkiye’de vatandaşlık, giderek geçinememek anlamına geliyor. Çalışmak yetmiyor, iki iş yapmak yetmiyor, tasarruf etmek de çözüm değil. Çünkü kira, fatura, gıda ve ulaşım giderleri her geçen gün artıyor.
Vatandaş olmak, devletin sağladığı güvenceyle bir yaşam sürdürebilmek demektir. Ancak bugün Türkiye’de vatandaş olmak, sürekli kaygıyla yaşamak, her gün artan fiyatlara yetişememek, gelecekten umudunu kesmek anlamına geliyor.
YORUM…
Bu durum sürdürülebilir mi, elbette ki hayır. Bir ülkenin kalkınması, yalnızca zenginlerin değil, tüm vatandaşların insanca yaşayabildiği bir sistemle mümkündür. Ve bu sistem kurulmadıkça, Türkiye’de vatandaş olmak, geçinememek anlamına gelmeye devam edecek.
Vatandaş sesini duyurmak istiyor ama duyması gerekenler manda yoğurdu ile hurma öneriyor.
Ramazan yaklaşırken televizyon kanallarında da şükretmeler, fakirlik övgülü hikâyeler…
Mutfak yanarken, herkese ekonomi de değişim beklerken, sürekli yeni zamlar gelmesi insana fıkralardan halliceyiz dedirtiyor.
Bir de elektrik faturalarında yeni döneme geçtik hatırlarsınız, henüz yansımadı ama kilovat sayısı yükseldikçe fatura bedelinizde yükselecek. İşte bu yüzden ne yapıldı, 30 günde bir olan sayaç okuma günü 35 günde bire çıkarıldı ki faturalar yükselebilsin.
Umut fakirin ekmeği diyor, Levent Kırca’ya saygılarımı sunuyor ve değişmeyen Türkiye gündemli köşe yazımı kapatıyorum.