Geçtiğimiz günlerde Kayseri adeta dört mevsimi bir günde yaşadı. Nisan ayının ortasında sabah güneşle uyanan kent, öğleden sonra kar yağışıyla şok oldu. Ağaçlar çiçek açmıştı, toprak uyanmıştı. Ancak bir anda bastıran kar ve sonrasında yaşanan don, binlerce ağacı vurdu. Çiftçiler çaresizdi. Açan çiçekler soldu, dallar kırıldı, meyve umudu erkenden yitip gitti.
Bu yaşadığımız sadece bir ‘hava olayı’ mıydı, yoksa daha büyük bir gerçeğin yansıması mı? Artık bunu açıkça konuşmalıyız: İklim değişikliği, artık bilim insanlarının raporlarında değil, bizlerin günlük hayatında karşılaştığı bir gerçek haline geldi.
Mevsimlerin çizgisi silindi
Eskiden dört mevsimin belli bir düzeni, ritmi vardı. Bahar gelince ılık rüzgârlarla uyanır, yaz sıcaklarıyla kavrulurduk. Sonbahar sarı tonlara bürünür, kış karla kaplanırdı. Ancak artık bu düzen yok. Bir sabah kış gibi, bir öğlen yaz sıcağında, akşam ise serin bir sonbahar havasında bulabiliyoruz kendimizi. Kayseri gibi kara ikliminin hâkim olduğu bir şehirde bile artık ‘mevsim normali’ kavramı anlamını yitiriyor.
Tarım ilk sırada etkileniyor
İklim değişikliğinin ilk etkilediği alanların başında tarım geliyor. Çünkü toprak, hava ve su dengesine bağlı olan bir sistem, iklimin dengesizliğinden doğrudan etkileniyor. Açan çiçek, onu bastıran soğuk, bir anda gelen don... Bunların hepsi ürün kaybı, gelir kaybı ve çiftçi için büyük bir risk demek.
Kayseri’de özellikle meyve üreticileri bu konuda büyük sıkıntı yaşıyor. Özveriyle yıl boyu bakımını yaptıkları ağaçlar, birkaç saatlik bir soğukta tüm emeklerini yerle bir edebiliyor. Bu sadece çiftçinin sorunu değil; gıda fiyatlarından kırsal ekonomiye kadar her alanı etkiliyor.
Sorumluluk kimde?
Küresel ısınmanın arkasındaki nedenler artık gizlenemeyecek kadar açık: Fosil yakıt tüketimi, ormansızlaşma, kontrolsüz sanayileşme ve doğaya olan hoyrat yaklaşımımız. Ama mesele sadece büyük devletlerin ya da dev şirketlerin sorumluluğunda değil. Her bireyin yaşam tarzı bu zincirin bir halkası.
Kayseri’de yaşanan bu son doğa olayı, bizlere bir uyarıydı. Belki çok erken açan çiçeklerin kırılganlığı, bizlere doğanın sabırlı ama sert dengesini hatırlatıyordu. Ve belki de, bu dengesizliği biz bozduğumuz için, yeniden kurma sorumluluğu da bize düşüyor.
Ne yapmalı?
Artık ‘iklim değişikliği uzakta bir tehlike’ diyemeyiz. Şehrimizin ortasında, kendi gözlerimizle gördük. Bundan sonrası için yapılması gereken şeyler belli:
Yenilenebilir enerjiye yönelmek,
Ağaçlandırma çalışmalarını artırmak,
Tarımda iklim dostu yöntemlere geçmek,
Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmek.
Bu bir seçim değil, zorunluluk. Doğa zaten konuştu. Sıra bizde.